AK Parti Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Ayşen Gürcan, Eskişehir ile olan ilişkisini, üç çocuk fikrinin nasıl doğduğunu, kadının iş hayıtındaki yerini, kendi mücadelesini, Eskişehir’in siyasi durumun

Nur Öven: Hocam, adınız milletvekili listesinde görünce önce ‘Ayşen Gürcan kim’ dedik. Sonra yavaş yavaş Eskişehir ile ilişkinizi öğrendik. Hikayeyi sizden dinlemek istiyorum
Prof. Dr. Ayşen Gürcan: Kişiliğimin, kariyerimin temellerinin atıldığı bir şehir Eskişehir… 18 yaşında okumaya geldiğim, kariyerimi, doktoramı burada yaptım. Burada evlendim, çocuklarım burada doğdu taa ki doçentlikle ilgili bir sorun yaşayıncaya kadar aslında Eskişehir’den asla ayrılmayı düşünmeyen Eskişehir’i memleket bilen bir kişiydim. Sonrasında da Ankara’ya geçtikten sonra da aklımda hep yer eden bir şehirdir. Oğlum kızım burada yaşıyor, torunum burada. Cumhurbaşkanımız her Eskişehir’e geldiğinde onunla birlikte Eskişehir’e gelirim. Eskişehir ile ilgili haberleri hep takip etmişimdir. Hatta hep şey derim; geçmişin ukdesinin bir cilvesi bu geri dönüş… Beklediğim bir şey değildi. Ama böyle gerçekleşti, memleketime geri dönmüş oldum.
 

ÜÇ ÇOCUĞUM OLMASIYLA ALAKASI YOK
 

Nur Öven: Sizi araştırırken ‘Üç çocuk fikrinin mucidi’ olarak gördüm. Sizin kaç çocuğunuz var? Benim bir çocuğum var annem olmasa çok zorlanırdım diye düşünüyorum. Bunu biraz konuşalım mı? üç çocuk önerisinde ısrarlı mısınız?
Prof. Dr. Ayşen Gürcan: Bu bir makro politika… Çünkü nüfusun yaşlanması dediğimiz şey doğurganlığın ikinin altına inmesi… Nüfusun yenilenebilir ve sosyo-ekonomik  gücünü taşıyabilmesi için çalışan nüfus dediğimiz 15-65 yaş arasının bakıma muhtaç 0-15 ve 65 yaş üzeri nüfustan fazla olması gerekir. Temel matematik bu… Doğurganlık düştüğü zaman bu oran azalıyor, tabi daha öncesinde var olan nüfus ve ölüm yaşının da uzadığını düşünerek 65 yaş ve sonrasının nüfusunun artmış olması devletin hem yükünü hem de toplumun yenilenebilirliğini azaltıyor. Bizim 2010 yılında hazırladığım rapor buydu. Türkiye 2,1’e inmişti şu an 2’de hatta 1,9’a düşme ihtimali var. Çünkü eğimi girdikten sonra onu ters çeviremiyorsunuz. İskandinav ülkeleri denemeler, projeler yapıyor yapmasına rağmen döndüremedi. Birçok Avrupa ülkesi göç almak zorunda kaldı. Dolayısıyla bunu istemiyorsak eğer toplumdaki nüfus oranını en az ikinin üzerinde olması gerekiyor. İki buçuk olmayacağına göre üç denmişti. Benim çocuklarım 94-95-96 doğumlu. Doktora yaptığım dönemdi. Ve benim annemde yoktu maalesef seninki gibi… Anaokuluna başlayana kadar 21 bakıcı değiştirdim. Bilirim çocuk bakımının ne kadar zor olduğunu… Kadın çalışma hayatına girdikçe, karar alma mekanizmalarına katıldıkça doğurganlığı düştüğü için biz Aile ve Sosyal Politikalar’da doğurganlığı da olumsuz etkilemeyecek politikalar ürettik. Süt izni, ücretsiz izin, babaya dahi ücretsiz izin verdik. Hatta büyükanneye çocuk bakımı için parasal destek verdik. Yeter ki kadın hem çalışma hayatında olsun hem kariyerine devam etsin. Kendi hayatımda da bunun örneğini gösterdiğini düşünüyorum. Annelik tek başına çocuk bakımında tek başına mesuliyet sahibi değil. Bunun bir de babası var. Yani paslaşarak yapılır… Annelik dediğimiz şey saçını süpürge etmek onun ne yiyeceğine, ne giyeceğine ne yapacağına karar veren onun bağımlı olduğu bir aktör değil anne. Anne, bağlı bir ilişki kurmalı. Çocuğa kendi kararlarını verdirebilmeli. 10 çocuğa da bakar çalışan bir kadın aslında isterse. Yeter ki onlarla ortak yaşam alanını düzgünce oluşturabilsin. Bunu gelecek nesillerin değiştireceğini düşünüyorum. Biz biraz toplum olarak annelik vasfına anlam da yüklemişiz. Ve istiyoruz ki en güzel şekliyle yetiştirelim, onun en sağlıklı olmasını sağlayalım. Yeni nesil bu konuda senin mesela annelik konusunda eminim annenden annelik formasyonunun iyi olduğunu düşünüyorum. Sebebi de şu; zamana daha ekonomik kullanmak zorundasın. Hem çalışıyorsun hem çocuğun var. Onunla kaliteli vakit geçiriyorsun. Şu da değil… Kişilerin bireysel kararlarını devlet veremez. İnsanlar istediği kadar çocuk yapar.  Ama devlet makro politikalar üzerine çalışır. Bu noktada benim hiç çocuğum olmasa da ben raporu hazırlatırdım, 10 çocuğum olsa da yine üç çocuk derdim. O üç çocuğun benim üç çocuğum olmasıyla alakası yok. Bir tevafuk oldu diyelim…
 

EN BAŞTA BABAMLA MÜCADELE BAŞLADI
 

Nur Öven: Bu dönem Eskişehir’in iki kadın milletvekili var. Kadının yönetim kademelerinde olması, karar alma süreçlerinde sayısının artmasını nasıl buluyorsunuz?
Prof. Dr. Ayşen Gürcan: Siz değil ama bizim nesilde kadın biraz daha dezavantajlıydı. İster istemez… Çünkü çoğunluğun karşı cinsten olduğu meslekler, gruplar, alanlarda ister istemez kadınların yetki ve sorumluluk alanlarında kendilerini ifade etmeleri biraz daha zor oluyor. Akademisyenlikte kadın sayısı çoktur ama yönetimde bu sayı o kadar çok değil. Kendileri de talep etmiyor ama kadınlarda talep etmiyor. Ben 1963 doğumluyum. En başta babamla mücadele başladı. Babam okutmak istememişti beni. Onunla başlayan mücadelemde şunu gördüm. Eğer ehilseniz ve bir işte iyiyseniz ve yapmak istediğiniz şeyi inatla ve azimle istiyorsanız eninde sonunda onu elde ediyorsunuz. Kimse önünüzde çok duramıyor. Küçük ayak oyunları, kendi aralarında network’ler… Hatırlıyorum ben genel müdürken… 2006 yılında koskoca Ankara’da beş kadın genel müdürdük.   Erkeklerin gittiği lokaller vardı, ben gidemiyordum, evime gidiyordum. O lokallerde kendi aralarında kararlar verilebiliyordu. Erkeklerin işbirliği daha güçlü bunu söylemeliyim. Siyasette de öyle midir, inşallah değildir. Çünkü bu dönem vekil sayımız 121. Bunun 50’si AK Parti’den… Herhalde en iyi sayılar zamanındayız.
 

CİDDİ ÇALIŞMALAR YAPMAMIZ GEREKİYOR
 

Nur Öven: Ayşen Gürcan denince akla yaşım bakımı ve yaşlı bakım merkezleri geliyor. Birkaç şehre bu anlamda eser kazandırdınız. Eskişehir için böyle bir projeniz var mı?
Prof. Dr. Ayşen Gürcan: Önce şunu söyleyeyim benim alanım sadece yaşlı ve yaşlı bakımı değil. Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğüm dönemimde aileyi ilgilendiren mesela ergen profili, aile yapısı, boşanma sebepleri, ev içi şiddet, ev içi iletişim aksamaları, aile değerleri… Böyle 17 tane temel tüm ülkeyi kapsayan araştırmalar yaptım. Bunlardan biri yaşlılık beklentisi ve yaşlılık analiziydi. Önemli bir çalışmaydı. Kitap olarak da basıldı. 40-65 yaş grubuna şunu sorduk; yaşlandığınızda bakımınızın nasıl üstlenilmesini istiyorsunuz? Size kim baksın istiyorsunuz?  Yüzde 9’u, müthiş bir oran bakımevi istiyordu. Yani kurumsal bakım istiyor. Yaşlısına bakana parasal destek bundan sonra ortaya çıktı. Çünkü huzurevi yapmakla başa çıkılamaz. Kurumsal bakım talebin artacağını düşünüyoruz. Üçüncü inşaatımız bitiyor. Bu konuda ciddi çalışmalar yapmamız gerektiğini gösteriyor.
 

BİRLİKTE ÇÖZMEK ZORUNDAYIZ
 

Nur Öven: Eskişehir AK Parti-CHP çekişmesinin çok olduğu bir kent… Bu anlamda yerel yönetimler böyle devam ederse işbirliğini nasıl görüyorsunuz?   
Prof. Dr. Ayşen Gürcan: Ben o çekişmenin çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. Karşı cenah bunu böyle görüyor olabilir ama biz Bilecik, Kütahya, Afyon’a yaptığımız tüm yatırımları hesapladığımızda en fazla yatırımı Eskişehir’e yapmışız. Şehir Hastanesi, yollar, kütüphaneler, parklar, stat gibi benzeri birçok büyük proje yapılmış. Hükümet yapması gerekenleri hep yapmış zaten. Hatta fazlasıyla yapmış. Yerel yönetim hükümetle uyumlu olduğu zaman daha aktif, daha birlikte sinerjiyle iş çıkıyor. Onlar bu işbirliğine yanaştıkları takdirde niye olmasın? Ama bir TOKİ projesi yapıyorsunuz ve ev alma ihtimali hiç olmayan insanlara siz 5 bin 500 kişilik bir proje çıkarıyorsunuz ama bir yerel yönetim sizi mahkemeye veriyor ve iki bin küsur kişinin ev almasını engelliyor. Peki, onlara bir ev imkanı sunuyor mu, bir yer gösteriyor mu, burada yapılsın diyor mu? Hayır… Burada çözümcül bir işbirliğine nasıl gireceksiniz? Peki, sen nasıl istersen öyle olsun mu diyeceğiz? Sorun Eskişehir ise ve sorunu hep birlikte yaşıyorsak birlikte çözmek zorundayız. Ve bunu çözerken de sen-benle değil sonuçta herkesin bir yetki ve sorumluluğu var kanunlarla verilmiş, milletin yetkisiyle verilmiş. Herkes bu sorumluluğu yerine getirdiği zaman zaten işbirliği kendiliğinden gelecektir diye düşünüyorum.