Eskişehir, iklim değişikliği ve bilinçsiz su kullanımı nedeniyle su krizine doğru sürükleniyor. Tarımsal sulama ve yeraltı su tüketimi artıkça, su kaynakları alarm veriyor. Kentin geleceği açısından ekolojik dengeyi koruyacak önlemler alınmazsa, ilerleyen yıllarda büyük bir su sıkıntısı ile karşı karşıya kalabiliriz.

 Eskişehir Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cengiz Türe ile iklim değişikliğinin su kaynakları üzerine etkisini konuştuk…

 Suyu tüketiyor, kaynakları kurutuyoruz

 AYŞE K. UÇAK: Şubat ayındayız ancak beklenen kar yağışına henüz kavuşamadık. Ciddi bir kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya mıyız?

 CENGİZ TÜRE: Kuraklık konusunu iki açıdan ele almak gerekiyor. Birincisi, iklim krizi nedeniyle ortaya çıkan doğal kuraklık, ikincisi de insanların suyu kullanma biçiminden kaynaklı kuraklık. Doğanın etkisiyle olanı “kuraklık”, insan etkisiyle olanı da “kurutma” olarak değerlendiriyorum. Kurutuyoruz… Günümüzde karşı karşıya olduğumuz su kıtlığının temeli, iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanan yağış rejimindeki değişimlerdir.

Mevsimler işlevini yerine getiremiyor…

Mevsimler arası bir kayma var mı?

Mevsimler artık işlevini yerine getirmiyor. Eğer yalnızca mevsim kayması yaşansaydı, örneğin bu ay yağmur yağmasa bile sonraki ay yağabilir, yani yalnızca zamanlaması değişmiş olurdu. Ancak bunun yerine, ya uzun süre hiç yağmur yapmıyor ya da aniden, tehdit oluşturacak kadar şiddetli yağışlar meydana geliyor. 

Sakarya Nehri yalnızca Eskişehir’e mi ait?

Geçtiğimiz yaz Çifteler’deki Sakaryabaşı’nın kuruması ve bazı göletlerde su seviyenin ciddi oranda düşmesi, Eskişehir için tehlike çanlarının çaldığını mı gösteriyor?

İklim değişikliğiyle mücadele, yalnızca bir kentin tek başına üstlenebileceği bir mesele değildir. Mevcut su bilançosunun doğru yönetilmesi ve doğru kaynakların belirlenmesi için kenttin kanaat önderlerinin sorumluluk alması gerekmektedir. İklim değişikliği, aslında iklimin doğal ritminin bozulması anlamına gelir. Örneğin, Eskişehir’de yıllık olarak beklenen yağış miktarı değişmemiş olabilir. Ancak bu yağış, bir aya yayılması gerekirken, bir günde düşebiliyor. Dolayısıyla, yoğun yağış yüzey akışıyla uzaklaşarak kullanılamaz hale geliyor. Kar yağışı da yok, bu da suyun uzun dönemlerde dağın zirvelerinde stoklanmasını engelliyor. Üstelik yer altı su kaynaklarını da yoğun şekilde tüketiyoruz. Eskişehir, zaten iklimsel olarak çok fazla yağış alan bir bölge değil. Kışları soğuk geçse de diğer bölgelere kıyasla daha az yağış alıyoruz. Bu da su bilançomuzun yetersiz olduğunu gösteriyor ve su kaynakları açısından sorunlar yaşamaya başlıyoruz. Şehre su sağlayan Porsuk Barajı’na ek olarak, geçmişte Sakaryabaşı’ndan su getirme projesi gündeme gelmişti. Ancak Sakaryabaşı’ndaki su miktarı da azalmış durumda. Üstelik Sakarya Nehri’nin suyu yalnızca Eskişehir’e ait değil, bizden sonra Bilecik ve Adapazarı gibi yerleşimlere de ulaşıyor. Asıl sorun, suyu mekansızlaştırmamız. Suyu doğal mekanından ayırıyoruz ve Sakaryabaşı’nın suyunu Eskişehir’e yönlendirmek zorunda kalıyoruz.

Eskişehir Çifteler Dev Obruk

Bölgedeki su ihtiyacı ve ekosistem dikkate alınmalı

Sakaryabaşı’ndan Eskişehir’e su getirilmesini yanlış mı buluyorsunuz?

 Bu yanlış bir karar değil, ancak yönlendireceğimiz suyun miktarını çok iyi hesaplamak gerekiyor. O bölgedeki ekolojiyi ve su ihtiyacını göz önünde bulundurarak bir hesaplama yapılmalı. Bu suyu, buradan alırken kullanma ve yönetme becerisini doğru yürütmemiz gerekiyor. Maalesef suyun geri kazanımı konusunda yeterli adımları atmıyoruz. Kaba bir arıtma sürecinden geçirip, temiz suyu kirleterek aşağıya gönderiyoruz.

Tarımda kullanılan suyun yüzde 60’ı boşa akıyor…

Eskişehir’de son yıllarda artan obruklar, tarımsal sulamanın etkisiyle ilişkilendiriliyor. Tarımın yeraltı suları üzerindeki etkisi nedir?

Suyun yüzde 75’i tarım alanlarında tüketiliyor. Tarımsal sulama, verimi artırdığı gibi daha kazançlı da oluyor. Ancak biz suyu bilinçsizce kullanıyoruz. Tarımsal sulamada aşırı derecede cimri olmamız gerekiyor. Ne yazık ki, tarımda kullanılan suyun yaklaşık yüzde 60’ı boşa gidiyor ve bunu yönetemiyoruz. Ölçemediğiniz şeyi yönetemezsiniz. Suya genellikle “havadan sudan” diyerek, kolayla bulunabilecek bir kaynakmış gibi bakıyoruz. Eskişehir’in toplam su bilançosu ve bu suyu nasıl kullandığımızı, tasarruf yöntemlerimizin neler olması gerektiği üzerine çalışmamız şart. 

Türkiye, su fakiri ülkeler grubuna giriyor…

 Eskişehir için “su fakiri” diyebilir miyiz?

Sadece Eskişehir değil, Türkiye de su fakiri ülkeler grubuna girmeye başladı ve su kaynakları giderek daha azalacak.  İklim değişikliğinin etkisiyle, kurak dönemler uzayacak, yağışlı dönemler ise kısalacak. Yağışlar daha hızlı bir şekilde düşecek ve bu da sel felaketlerine yol açacak. 

Parasını verip suyu bulamayacağımız zamanlar olacak…

Eskişehir’in su varlığıyla ilgili yapılmış bir çalışma bulunuyor mu?

Suyu bulmakla, suyu yönetme aynı şey değildir. Su yönetimini sadece suyu paylaştırmak olarak görmek doğru olmaz. Suyu tasarruflu kullanma mekanizmalarına da odaklanmamız gerekiyor. İnsanlar arasında suyu eşit paylaştırmak, suyun tasarruflu kullanıldığının garantisi midir? Hayır. Biz genellikle “sular kesilecek” denildiği zaman alarma geçiyoruz. Suyun akmasını o kadar normal karşılıyoruz ki, sanki hiç bitmeyecekmiş bir kaynakmış gibi davranıyoruz. Parasını verip suyu bulamayacağımız zamanlar olacak. 

Eskiden Porsuk taşardı, şimdi derelerde su kalmadı

Eskişehir için endişeli misiniz?

Endişeliyim… Eskişehir’in su bilançosu açısından mevsimler ve yağışlar bu şekilde devam ederse ve bu süreç giderek daha da artarsa bir bilim insanı olarak yalnızca ben değil siz de endişe duyarsınız. Düşen su miktarı her yıl aynı olabilir, ancak suyun nasıl düştüğü çok daha önemli. “Küresel ısınma” dediğimizde, çoğu kişi sadece sıcaklık artışını anlıyor.  Ancak küresel ısınma, iklimin ritminin bozulmasıyla ilgilidir.  Bu durum, aşırı soğuklar, aşırı yağışlar ve aşırı kuraklık gibi öngörülemez hava olaylarını da beraberinde getirebilir. Çocukluğumda Haziran ayında biraz yağmur yapar, Porsuk taşar, biz de Yediler’deki derenin içine ayaklarımızı sokar oynardık. Şimdi ise durum çok farklı… Artık dereden akıtacak suyumuz yok. Herkes “torun baldan tatlıdır” der ama toruna bırakacak tatlı su yok. 

Musaözü Kuralık

Son balık tutulmadan önce…

Bugünden bu süreci yönetemezsek bizi bekleyen tehlike ne olur?

Üretimin azalması nedeniyle gıda kaynaklı hayat pahalılığı giderek artacak. Hayat pahalılığı ve ekonominin arkasında, ekolojik temelleri oluşturan iklim değişikliği ve su eksikliğinin etkisi olacak. Ne zaman bunu anlayacağız? Belki de son balık tutulduğunda… Şimdiden yapmamız gereken, suyun ne kadar kıymetli olduğunun farkına varmak.

“Olsun, bakarız” yaklaşımı terk edilmeli

Su konusunda radikal kararlara ihtiyaç var mı?

“Yeteri kadar” kavramını doğru bir şekilde anlamamız çok önemli. Artık “fazla mal göz çıkarmaz” anlayışına ihtiyacımız yok; bizim ihtiyacımız olan, yeteri kadar tüketmektir.  Su ayak izi de bu noktada çok kritik bir kavram. Suyu sadece içtiğimiz ya da doğrudan kullandığımız bir kaynak olarak görmemek gerekiyor. Örneğin, bir gömleğin içinde 1200 litre su, bir yumurtada 200 litre, bir elmada 70 litre ve bir bardak suda ise 200 litre su bulunuyor. Gelecekte bu süreç iyiye gitmeyecek.  Ne yazık ki, bıçak kemiğe dayanmadan hiçbir tedbir almıyoruz. “Olsun, bakarız” yaklaşımını terk etmemiz gerekiyor. Porsuk Barajı ve Sakaryabaşı’ndaki su seviyelerinin düştüğünü göz önünde bulundurursak, nereden su bulup getireceğiz? Uçakla veya tankerle mi? Yeraltı sularımız sonsuz mu? O da yağışlarla besleniyor ve tükeniyor. Ekolojik aklımızı kullanmadan yaptığımız her şey ekolojik kedere yol açacaktır. 

Kaynak: Ayşe Kaytan Uçak