28 Şubat sürecinde Refah Partisi Eskişehir İl Başkanı olan Murat Canözer, Türkiye’de demokrasiyi savunanların vesayet düzenini ortadan kaldırdığı için Erdoğan’a teşekkür etmesi gerektiğini söyledi.
Türk siyasi tarihinde “Postmodern darbe” olarak adlandırılan ve sonuçları uzun yıllar tartışılan 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu kararlarının üzerinden 27 yıl geçti. 1992 ile 1998 yılları arasında Refah Partisi’nin Eskişehir İl Başkanı olan Murat Canözer, 28 Şubat’ın öncesini ve sonrasını Eskişehir Net’ten Ayşe Kaytan Uçak’a anlattı.
Refah Partisi’nin 1994’te yerelde, 1995’te ise genel seçimlerde yakaladığı başarının bazı güç odaklarını rahatsız ettiğini savunan Canözer, 1996’da Refah’ın iktidar ortağı olmasından sonra irtica tartışmalarıyla alevlenen sürecin 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan kararlarla kırılma noktasına ulaştığını ifade etti. 1992’deki İstanbul’da yapılan ara seçimlerde 6 seçim merkezinden dördünü Refah Partisi’nin kazandığını, Refah Partisi’nin belediyecilikteki başarısının 1994’teki seçimlerin kazanılmasına neden olduğunu belirten Canözer, Türkiye’nin doğusunda ve batısında birçok belediyeyi kazanmalarının, Türkiye üzerinde egemen olmak isteyen dış güçleri ve onların iç uzantılarını rahatsız ettiğini söyledi.
“Sandıktan birinci çıkmamıza rağmen iktidar şansı bize verilmedi”
Türkiye’de, 1995 yılında yapılan genel seçimlerde Refah Partisi’nin birinci parti çıkmasına rağmen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükümeti kurma görevini Erbakan’a vermemek için çok uğraştığını söyleyen Canözer, şunları anlattı: “Türkiye’de Aralık 1995’te yapılan seçimlerde Refah Partisi sandıktan zaferle çıkmış ve birinci parti olmuştu. Seçimlerden birinci parti olarak çıkması rağmen iktidar şansı Refah Partisi’ne verilmedi. Siyasetin kuralları gereği Refah Partisi ile Anavatan Partisi’nin bir koalisyon kurması gerekiyordu. Erbakan Hoca, hükümeti kurabilmek için Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile görüşüyor, ancak sonuca ulaşılamıyordu. Mesut Yılmaz o günler için ‘Biz ne istediysek Erbakan Hoca verdi ama buna rağmen iktidarı kuramadık’ ifadelerini kullanmıştı. Aslında 28 Şubat’ın yansımalarını o günden görüyoruz. Mesut Yılmaz’a, Refah Partisi ile iktidarı kurdurmayan güç aslında 28 Şubat sürecinin de aktörleriydi. Genel Kurmayın içerisindeki cunta, Refah Partisi’nin iktidara gelmesinin önünü bir süreliğine de olsa kesiyordu.”
“Demirel sürece çanak tutmuş, demokrasinin yanında yer almamıştı”
Canözer, Refah Partisi’nin ikna edemediği Anavatan Partisi’nin, Doğru Yol Partisi ile 1996 yılında kurduğu koalisyon hükümetinin 3 ay görevde kaldığı aktardı. Canözer, sonrasında iktidarı kurma yetkisinin Refah’a verildiği ve DYP koalisyonunda yeni hükümetin kurulduğunu anlattı. Eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in bu süreçte demokrasinin yanında yer almadığını savunan Canözer, “İktidarı düşürmek çok ciddi baskılar yapıldı. Demirel, insanların önemli bir kısmının oy verdiği ve iktidarda görmek istediği bir siyasi partinin yanında basiretli bir duruş sergilemeyerek ve demokrasinin yanında yer almayarak sürece çanak tutmuştur. Kendisine göre bazı gerekçeleri olabilir ama o gün istenen demokrasinin yanında olmasıydı” ifadelerini kullandı.
“Refah Partisi’nin yükselişi bazı kesimleri rahatsız etti…”
Canözer, Refah Partisi’nin iktidar ortağı olmasına rağmen çok kısa sürede ülkenin dışa bağımlığını azaltarak, üretimi artırmak ve insanların refah seviyesini yükseltmek adına çok başarılı işlere imza attığını belirtti. Refah’ın girdiği her seçimde bir önceki seçimden yüksek oy alması ve halkın seçtiği bir partinin ülkeyi halk adına yönetecek olmasının bazı kesimleri rahatsız ettiğini savunan Canözer, “Ülkenin o gün ki koşullarına rağmen ekonomik anlamda ciddi manada iyileşmeler yapılıyor, bu iyileşmeler halka da yansıyordu. Türkiye’nin borçlanmasını azalmış, havuz sistemi kurulmuştu. Ekonomik kurulla ülke kaynaklarını aktarmak için çeşitli formüller oluşturuluyor, ortaya çıkan zenginlik halkla paylaşılıyordu” diye konuştu.
“Manşetleri genelkurmay attırıyordu, bu onlar için bir utanç olmalıdır”
Genelkurmay öncülüğünde bürokrasinin, medyanın, iş dünyasının, sivil toplum kuruluşlarının ve sendikaların içerisinde olduğu bir yapının süreci 28 Şubat’a ve sonrasına taşıdığını aktaran Canözer, şunları söyledi: “Koca koca, kelli felli adamlar, sendikalar, işverenler ve medya gibi unsurlar adeta Genelkurmayın oyuncağı gibi oldular. Özellikle medya, askeriye ile ciddi bir iş birliği içerisindeydi. Her hafta brifing alıyor, onların güdümünde ve onların istedikleri manşetleri atıyorlardı. Refah’ı gözden düşürmek için ‘irtica’ diye bir algı oluşturularak, Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz gibi kurmacalarla, çeşitli oyunlar oynanıyordu. Medya üzerinden sürekli olumsuz propaganda yapılıyor. Bu onlar için bir utanç olmalıdır. İnsan yüzüne çıkamamalılar.”
“Batı Çalışma Grubu, milyonlarca insanı inançları nedeniyle fişledi”
28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararlarından sonra Genelkurmay bünyesinde oluşturulan Batı Çalışma Grubu’nun, o dönem için çok sayıda fişleme yaptığını söyleyen Canözer, “28 Şubat ile birlikte imam hatiplerin önünü kesmek ve imam hatip mezunlarının üniversitelere girmelerini engellemek için puan sistemi değiştirildi. İmam hatiplerle başlatılan puan sistemi sanat okullarına da yansıdı. Dolayısıyla buralara olan ilginin azalmasına neden oldu. İmam Hatip’ten mezun olanların, devlette belli yerlere gelmesi ve Refah Partisi’nin potansiyel seçmeni olarak görülmelerin önünü kesmeye çalıştılar. Kamuda çalışan başörtülü kadın personelin yayınlanan bir genelge ile çalışmasının önüne engeller konuldu. Batı Çalışma Grubu’nun görevlendirdiği subay eşleri çarşı da, pazar da, devlet dairelerin de çalışan başörtülüleri not ederek, bir nevi cadı avı başlattılar. Askeriye bu işi tamamen ele almış, vakıf ve dernekleri baskınlar yapılıyordu. ‘Anadolu sermayesi’ ve ‘yeşil sermaye’ dediğimiz, iş insanlarının üzerinde çok ciddi baskılar kuruldu. ‘İrticanın parasal finansörleridir’ diyerek, bu insanları ticaretten dışlamaya çalıştılar. Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, MGK bildirisinin içerisindeki bir takım maddelerin uygulaması için valililere gönderdiği emirler var” ifadelerini kullandı.
“Nizamiyelerde eşini arabanın bagajına koyarak geçenler oldu”
28 Şubat sonrası insanlar üzerinde çok ciddi baskılar oluştuğunu anlatan Canözer, “Çocuğu asker olan bir anne ve baba, çocuğunun yemin törenine gidemiyor. Çocuğu astsubay, lojmanda kalıyorsa babası sakalı, annesi başörtülü olmasından dolayı kapıdan içeri alınmıyor. Binbaşı olan birisinin hanımın başı kapalı, lojmanlarda kalıyor. Başörtüsünden dolayı lojmanlara giriş ve çıkışı engelleniyor. O da eşini arabasının bagajında içeriye sokup, çıkartıyor. İnsanlar bunları unutabilir mi? Eğitim hakkınız elinizden alınıyor. Bunlar büyük yaralar ve öyle çabuk kapanmaz” dedi.
“Sadece medya değil siyasi partilerde iyi bir sınav veremedi”
28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu’nda yayınlanan 18 maddelik bildirinin uygulanması için Necmettin Erbakan’a ve hükümete ciddi baskı kurulduğunu söyleyen Canözer, “Burada sadece medya değil o günkü siyasi partiler de iyi bir sınav veremedi. Erbakan hoca, MGK bildirisine ve vesayet düzenine karşı siyasi partiler ile görüşmeler yaparak, onlara ‘birlikte direnelim’ teklifinde bulunuyor. Ancak hiçbirisi yanında yer almıyor. O gün, o siyasi partiler hep birlikte buna karşı çıksaydı süreç bu noktaya gelmeyecekti” diye konuştu.
“Size Arabistan’dan para geliyor” sözleriyle karşılaşıyorduk”
Eskişehir teşkilatı olarak yaşanan bu süreçte odaklandıkları tek noktanın vatandaşa gidip kendilerini anlatmak ve iktidar olmak olduğunu anlatan Murat Canözer, “Tüm imkansızlıklara rağmen enerjimiz ve çabamızla bunların üstesinden geliyorduk. Teşkilatımızla köy köy dolaşarak kendimizi anlattık. Verdiğimiz mücadele karşısında, ‘Size Arabistan’dan para geliyor’ gibi sözlerle karşılaşıyorduk. Çünkü akılları bunu almıyordu. Bugün TRT’yi adil olmamakla suçlayanlar, o günleri açık bir baksınlar. Bize nasıl bir sansür uygulanmış, halkın gözünden bizi nasıl saklamaya çalışmışlar. Biz kendi gücümüz ile partiyi iktidara taşıma hedefindeydik. 95 seçimlerinde de Eskişehir’den bir milletvekili (Hanifi Demirkol) çıkardık. Bu hayretle karşılanmıştı” ifadelerini kullandı.
“Atatürk düşmanı olup, olmadığımız merak ediliyordu”
“Refah Partisi’ne ilk girdiğimiz günden beri maalesef bize ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyordu” diyen Canözer, şunları anlattı: “Medya üzerinden kendinizi tanıtma imkanınız yok. İnsanların size bakış açısı çok farklı. ‘Atatürk düşmanlığı’ ve ‘laiklik karşıtlığı’ üzerinden, bir propaganda yürütülüyordu. Her televizyon programına çıktığımızda yapacaklarımızı değil, az önce bahsettiğim propaganda üzerinden sorularla karşılaşıyorduk. Kimse bu ülke için ne düşündüğümüzü merak etmedi. Gerçekten çok kötü bir süreç yaşadık. Rozetlerini ceketinin arkasına takıp gezenleri, kimsenin görmediği yerlerde ‘sizin yanınızdayız’ diyenleri gördük ve yaşadık.”
“Unutamayacağız şeyler yaşadık, hepsi hafızalarımızda”
Refah Partisi’nin kapatılma sürecinde her ay Ankara’da il başkanları toplantısı düzenlendiği ve Necmettin Erbakan’ın sürece dair kendilerini bilgilendirdiği anlatan Canözer, “Yıllarca mücadele veriyor, partinizi iktidar olacak noktaya taşıyorsunuz ama ortada hiçbir şey yokken sudan nedenlerle partiniz kapatılıyor. Partinin bütün mal varlıklarına el konuluyor, ceketinizi alıp çıkılıyor. Birçok insana siyasi yasak getiriliyor. O dönem İstanbul’da başarılı işlere imza atmış Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı düşüyor, içeriye atılıyor. Bunların hepsi hafızalarımızda, unutulabilir şeyler değil. İnsanlar bugün bunları çok gündeme getirmiyor olabilir ama 28 Şubat’ta kendilerine inançlarından dolayı yapılanların farkındalar” dedi.
“İl başkanlarının neredeyse yüzde 90’nı yargılandı”
O dönemdeki il başkanlarının neredeyse yüzde 90’nın tarihe ‘kayıp trilyon davası’ olarak geçen davadan dolayı yargılandığını söyleyen Canözer, “Ben yargılanmadım ama birçok il başkanımız bu davadan dolayı çok mağdur oldu. Kendi işlerinden uzak kaldılar, uzun süre avukatsa avukatlığını yapamadılar. Sabıkalarına işlendi. Yaşanan çok büyük acılar ve travmalar var” dedi.
“Demokrasiyi savunanlar, Erdoğan’a teşekkür etmeli”
“Türkiye’de, bugün bir iç karışıklık yaşanmamış ve kardeş kavgası olmadıysa Necmettin Erbakan’ın sağduyu sayesinde olmamıştır” diyen Murat Canözer şunları ifade etti; “Yapılan tüm haksızlıklara rağmen bu devlet düşmanlığına asla dönüşmemiştir. 28 Şubat’ın etkileri 2010-2011 yıllarına kadar devam etti. O günlerde insanların eğitim ve iş hayatıyla ilgili mağduriyetlerin bir kısmı giderilmeye çalışılsa da önemli bir kısmını geriye döndürmek mümkün değil. Demokrasiyi savunanların, Recep Tayyip Erdoğan’a 28 Şubat sürecinden sonra Türkiye’yi taşıdığı nokta için teşekkür etmelidir.”