Özlem Aydemir yazdı...

Tüm toplumlarda kadın ve erkek rollerine ilişkin geleneksel kurallar hâkimdir. Birey bu rolleri farkında olmadan ya da bilinçli olarak, toplumsal yapıların da desteği ile benimsemiştir. Böylelikle biyolojik cinsiyetin ötesinde toplum tarafından üretilen, kamusal ve özel alanda nasıl davranması gerektiği hakkında bireylere modeller sunan, ataerkil ideolojinin etkisi altında var olmaya çalışan, ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ ortaya çıkmıştır.

Cinsiyet kalıpları çeşitli toplumlarda benzerlik göstermektedir. Kadınlardan beklenenler; çocukları, eşleri ve evleriyle ilgilenmeleri, erkeğe bağlı olmaları, duygusal olarak fedakâr, nazik, anlayışlı ve sabırlı olmaları iken, erkeklerden beklenenler; ailenin geçimini sağlamaları, evde güç gerektiren işleri yapmaları, eşlerini ve çocuklarını koruyup kollamaları, duygusal olarak sert, güçlü, mantıkla hareket etmeleridir. Saymış olduğum bu beklentiler toplumsal cinsiyet kalıplarına karşılık gelmektedir (Saraç,2013).Toplumun bireyden beklediği davranışların cinsiyet özellikleri üzerinden konumlandırılması hem sosyokültürel hem de psikolojik bir sorundur.Bu yazıda toplumsal cinsiyet kalıplarından kaynaklanan cinsiyet ayrımlarına ilişkin yaklaşımlardan biri olan ‘toplumsal cinsiyet şeması’ kuramının ‘depresyon’ üzerindeki etkilerini ele alacağım.

 Psikolog Sandra LipsitzBem tarafından öne sürülen toplumsal cinsiyet şeması kuramı, içeriğinde sosyal öğrenme ve bilişsel gelişim kuramlarının temel görüşlerini birleştirmektedir. Söz konusu kuram, bireyin tüm bilgileri kadınlık ve erkeklik ayrımına göre kodlamaya hazır oluşu sebebiyle bilişsel gelişim kuramına benzemektedir. Bu kodlamayı toplum tarafından cinsiyet ayrımcı uygulamalardan öğrenerek yapması nedeniyle de sosyal öğrenme kuramına benzerlik göstermektedir (Dökmen, 2006).  Başka bir ifade ile cinsiyetin toplum yapısı içerisinde şemalaşması, çocuğun yaşadığı toplumdaki kadınlık ve erkeklik özelliklerini gözlemlemesiyle başlar. Daha sonra bu hususta belli bilgileri öğrenirken aynı zamanda cinsiyetle ilgili her bilgiyi değerlendirir ve içselleştirir.Çocuk dış dünyadan gelen bilgileri bilişsel gelişimiyle birlikte sosyal öğrenme araçları vasıtasıyla işler. Bu süreçte oluşan şemalar ise bilginin işlenmesine yardımcı olur. Karşılaşılan duygu ve durumlar mevcut şemaya göre gruplandırılarak işlenir (erkekler kısa saçlı, kadınlar uzun saçlıdır gibi) (Dökmen, 2006).  Erkekler için fiziksel güç önemli iken kız çocukları için fiziksel çekicilik uygun şema bileşenidir.

Toplum içerisindeki konum ve cinsiyet rol kalıplarını içerisinde depresyon kadınca var oluşun bir parçası gibi düşünülür. Toplumun yarattığı ayrımcılık, baskı ve çifte standartları düşündüğümüzde; düşünen bir kadının isyan ve çaresizlikle kendini depresif hissetmemesi neredeyse olanaksızdır. Özgürlüğünün kısıtlanması, eğitim eşitsizliği, toplumsal ayrımcılık, maddi güçten yoksun olma, cinsel nesne olarak görülme, toplumsal baskılar ve yasaklar, hukuktaki cinsel ayrımcılık, kadınlara, bu haksızlık karşısında öfke ve isyan duyguları yaratmaktadır. Fakat daha önce de belirttiğim üzere öfke ve isyan kadınlara yasaklanmış duygulardır.

 Kadınların öfke ve isyanları genellikle geri teper ve böyle davranan kadınlar cezalandırılır. Cinsel rol örneklerimizde kızgınlık, öfke ve isyan ‘kadınsı’ olarak kabul edilmediğinden, kadınlar tarafından kullanılması zor ve becerilemeyen duygulardır. Bu gibi saldırganlık potansiyeli taşıyan duygular çoğu kadın tarafından içe atılır ya da kendine kızgınlık şekline dönüşür. Bu güçlü duyguların içe atılması, çoğunlukla depresyona neden olur.

Depresyon hakkında yayınladığı makalede Kaplan (1991), depresyonla ilgili kişilik tanımlarının şöyle açıklandığından bahseder; ‘Başkalarının beklentilerine göre davranmak ve onlar tarafından beğenilip sevilmek gereksinimi kişinin öz benliği ile gerçek ilişkide bulunmamasına neden olur. Kişi kendi isteklerine kulak vermez, kendisi olmanın ne anlama geldiğini bilmez. Mutsuzluk, boşluk ve doyumsuzluk yaşadığında bu duygulardan dolayı kendisinin suçlanması gerektiğine inanır.

Bu tanımlar daha çok kadınların toplum içerisinde var oluşunu açıklar. Erken yaştan itibaren başkalarına duyarlılık, çevresinin beğenisini kazanmak için istek ve ihtiyaçlarını geri plana atmak, düşünce ve duygularını ifade etmeyip kendini ikinci plana çekerek benliğinden fedakârlık etmek, kadınların ve kızların öğrendikleri doğal(!) var oluştur.

Erkekleri depresyona hazırlayan önemli kültürel etkenler; iş başarısı, güç, iktidar beklentileri, toplumsal statü gibi güçlülük adına yaşanan ruhsal yalnızlık, duygularını bastırma, paylaşma ve yakınlaşmadan kaçınma eğilimleridir. Erkekler depresif olduğunda bu zor ve acılı durumlarını örtbas edebilmek için, çeşitli savunmalara başvururlar. Bunlar; içki, kumar, madde bağımlılığı, yeni ilişki arayışları, aşırı harcamalar vb. dir. Bu tür dışavurumlar toplumumuzca ‘erkeklik’ var oluşuyla normalleştirilip kabul görüldüğü  ve depresyona girme durumunda psikolojik destek almaktan kaçınma durumu söz konusu olduğu için erkeklerin depresyon verileri kayda geçmemektedir. Kayda geçmediği içinde istatistiksel olarak kadınların depresyona yatkınlığı daha fazla görünmektedir.

Bu verilerden yola çıkarak depresyonun değerlendirmesi ve tedavisinde, kadınlarla erkeklerin yaşamsal farklılıkları kadar, çifte standartların etkilerini görmek ve göstermek önemlidir. Böylelikle depresyonlu kişinin, sonuçlardan sadece kendisini suçlamasının önüne geçilebilir. Yaşam koşulları sebebiyle oluşan depresyonu, kişisel bir zayıflık olarak değil, sistemin veya belirli yaşam döneminin oluşturduğu sıkışmaya, bünyesel bir tepki olarak görmek ve göstermek önemlidir.

Kaynakça

Dökmen, Z. Y. (2006) Toplumsal Cinsiyet. Sosyal ve Politik Açıklamalar. (2. Basım). Sistem Yayıncılık.

Kaplan, A.G.(1991) The ‘Self in Relation’: ImplicationsforDepression in Women. TheGuilford Pres, Newyork, ss.206-222

SARAÇ, Simge.(2013) ‘’Toplumsal Cinsiyet’’. Toplumsal Cinsiyet ve Yansımaları.(der) Ankara: Atılım Üniversitesi Yayınları.