Dünyaca ünlü yazarımız Yaşar Kemal, 1956 Eskişehir Depremi’nde kente gelip röportaj ve haberler yaptı. Edebiyatçı-Yazar Feride Turan, eskisehir.net okurları için yazdı…

Yaşar Kemal; güzel Türkçesiyle, sanatıyla, alın terinin yanında duran güçlü kalemiyle sınıf sorununa, eşitsizliğe, statükoya bayrak açmış “İnce Memed”imizdir bizim. Halka karşı sorumluluğunu toplumun aynası olan eserleriyle yerine getirmiş usta bir yazarın ismine, 1956 Eskişehir Depremi ile ilgili araştırmamızda rastlamak açıkçası bizi hiç şaşırtmadı. Cumhuriyet gazetesinin ilk sayfadan “Felaketten 10 Gün Sonra Eskişehir’i Ziyaret” başlığıyla ve parantez içinde “Suret-i mahsusada giden arkadaşımız Yaşar Kemal bildiriyor” şeklinde duyurduğu röportajlar, 3 yazı dizisi hâlinde afet bölgesinden fotoğraflarla birlikte yayımlanmış. Yaşar Kemal’in geniş bir yelpazede birçok türde eser verdiği, röportaj türünde de ses getiren çalışmalara imza attığı bilinmekle birlikte Eskişehir Depremi münasebetiyle yaptığı röportajlar, ya gazetenin sayfalarında kalmış ya da kitap sayfalarından pek dışarı çıkamamış görünüyor şimdilik. 
Eskişehir’i bekleyen depremin boyutlarına geçmişin aynasından bakmanın gelecek için belki yararı olabilir ümidiyle 1956’ya, deprem günlerine doğru tarihî bir yolculuk başlatmış ve “1956 Eskişehir Depremi’ne ‘Dünya’ Gözüyle Bakış” adlı yazımızda Falih Rıfkı Atay’ın çıkardığı Dünya gazetesi ekseninde depremin ilk günlerini ve bu felaket karşısındaki refleksleri ortaya koymaya çalışmıştık. Burada ise Yaşar Kemal’in anlatımıyla; onun gözlem, inceleme ve değerlendirmeleriyle sahada olup bitenlere daha yakından bakacağız. Zira Yaşar Kemal, depremzedelerle iç içe ve aynı koşullarda yaşamış; afet bölgesine sıfır noktasından bakmıştır. Üç gün devam eden dizi röportajda Yaşar Kemal’in afet bölgesindeki izlenimleri ile Çukurhisar, Uludere köylerinde ve Eskişehir merkezinde yaptığı röportajlar yer almaktadır. İlk iki yazının telefonla iletildiği; yazıların hemen başında, parantez içinde belirtilmiştir.  
 

“Çadırlı Şehir” Eskişehir


Yaşar Kemal ziyaret ettiği köylerin ve Eskişehir merkezinin genel görünümü hakkında bilgiler vermiş, özellikle “çadır” konusu üzerinde durmuştur. Çukurhisar’da “bir tepenin eteğine çadırlardan gayet muntazam yepyeni bir köy” kurulduğunu, Eskişehir merkezinde her evin önünde bir çadır olduğunu, eğitimin de çadırlarda devam edeceğini aktarırken “çadırlardan bir şehir bu şehir” diyerek Eskişehir’i “Çadırlı Şehir” şeklinde isimlendirmiştir. Fakat o, kış kıyamette, özellikle köylerde çamurun, bataklığın kol gezdiği bu yerlerde çadır fikrine sıcak bakmaz, tahtadan barakalar inşa edilmesini önerir. “Bir kocaman barakayı 1952 yılında Hasankale’de iki günde yapmışlardı. Hemen hemen Gönen zelzelesinde de öyle.” diyerek daha önce ziyarette bulunduğu deprem bölgelerinde gördüklerini paylaşır. “Bana kalırsa, hiç olmazsa okullar için barakalar yapsınlar. Yazık!” sözleriyle kış aylarında, eğitimin çadırlarda yapılamayacağını savunur. 
“Kulakları sağır edercesine top patlar gibi bir gürültü” ile gelen depremin merkez üssü sayılan Çukurhisar köyü, çadırlarda ısınmanın formülünü bulmuştur. “En kötüsü, en belalısı” dedikleri rutubetten kurtulmak için çadırların tabanına yarım metre kadar saman döküp üstüne hasır sermişler. Onun üstüne de döşek üstüne döşek... Sonra imdada sobalar yetişmiş, Kızılay’ın dağıttığı odun kömürlerle gün boyu yanan sobanın başında ısınıyorlar. Geceleri ise her çadırdan bir kişi yangın riskine karşı nöbet tutuyor. Ayrıca deprem gecesinden itibaren topraktan kükürt kokulu dumanlar çıktığı da söyleniyor.  Yaşar Kemal köyün genel görüşünü şöyle anlatıyor: “Her çadırın yanından bir soba borusu çıkıyor. Soba borusundan da dumanlar. Dumanlar sanki topraktan çıkıyor, öyle bir manzara.” Ancak Yaşar Kemal’in ziyaret ettiği köylerden biri olan Uludere’nin Muhtarı “Gene de korkarım ki rutubetten ölüm başlayacak. Bizim köy öteki köylere bakarak daha soğuk. Soba moba para etmiyor. Çadır da para etmiyor.” demektedir. Yani Uludere’de deprem değil rutubet, hayatı tehdit etmektedir. 
 

“Herkes kendinden çok komşusunu düşündü”

Yaşar Kemal’in Eskişehir’de hayret içinde kaldığı iki şey vardır: Biri, depremde büyük can kaybı olmaması. “Son yıllarda yurdumuzda vuku bulan zelzelelerin hepsine gittim. Hepsinde can kaybı vardı. Ama Eskişehir’de yok. Buna rağmen en şiddetli zelzele Eskişehir’in zelzelesi.” şeklinde bir karşılaştırma yapan usta yazar, bunun nedenini sorar ve “Herkes kendinden çok komşusunu düşündü de… Zelzeleden kaçıp kurtulan herkes, enkaz altından çıkan herkes komşusunu aradı ve buldu, çıkardı. Bir de evlerin üstü kiremit. Kiremit hafif ne de olsa. Birden öldürmüyor.” cevabını alır. Uludere’de de benzer durum söz konusudur. Yalnız Uludere’de duvarlar yıkılmasına rağmen çatılar çökmemiş, bir kişi hariç kimse enkaz altında kalmamıştır. O da komşuları tarafından kurtarılmıştır.
Röportajlardan öğrendiğimize göre komşuları tarafından kurtarılanlar olduğu gibi şikâyet edilenler de vardır. Hükûmet yeni ev yaptıracak diye depremden sağlam çıkan evlerini kendi elleri ile yıkan kimseleri komşuları ihbar etmektedir. Şimdiye kadar 6 kişi yakalanıp mahkemeye sevk edilmiş. Eskişehirli bir vatandaş, Yaşar Kemal’e “Her yerde kötüler çıkıyor. Her yerde suiistimal yapılıyor. Ama Eskişehir halkı böylelerinin can düşmanı.” sözleriyle Eskişehirlilerin suistimale meydan vermeyen bir duruşa sahip olduğunu vurguluyor. Bir de Eskişehir’in komşuları var. Bir tanesinden yeni gelen güzel haberi duyuruyor Yaşar Kemal: “Geçen yıllarda büyük bir felaket geçirmiş olan” Gönen, Eskişehir’e bir kamyon un, pekmez, tarhana vesaire… gönderiyor. “Çekmeyen bilmez. Gönenliler derdini biliyorlar zelzelenin.” diye de ekliyor.


Yaşar Kemal, hayret ettiği ikinci şeyi ise şöyle açıklıyor: “Eskişehir köylerinin halkı çadırda çamur içinde olmalarına rağmen o kadar fazla hastalık görmedim.” Bunu da çadırların çabuk dağıtılmasına, yardımın çabuk ulaşmasına bağlıyor. Ama adını kendi koyduğu bir hastalığı vardır Eskişehirlilerin: “Zelzele Hastalığı”. Yaşar Kemal gözlemlerini şöyle aktarıyor: “Bir egzos patlamasın, bir gürültü olmasın… Herkes ayakta. Çoğu zamandır zelzele olmuyor, herkes zelzeleyi kendi uyduruyor. Uydurup fırlıyor dışarı. Zelzele hastalığı gibi bir şey bu. Halkı en çok yıkan zelzele değil. İşte bu zelzele hastalığı.” Diğer taraftan Uludere’nin muhtarı bunun bir hastalıktan mı yoksa onca yer sarsıntısından sonra artık bir alışkanlıktan mı ileri geldiği hususunda kararsızdır: “İnsan çadırda da olsa gene fırlıyor. Bütün köy dışarı fırlıyor. Şu çadır insanın üstüne düşse ne yapar? Biliyoruz, biliyoruz ya gene de dışarı kaçıyoruz. Alışkanlık mı, korku mu?” 
Köy köy gezen yazar “Köylerde sağlam kalmış hemen hemen hiçbir ev yok. Hemen hemen bütün evler harap olmuş. Ortalık perperişan.” diyerek genel durumu özetler. 20 köyün de okulu harap hâldedir.
 

“Soğuk var, kar var, Kızılay da olmasa…”

“Soğuk var, kar var. Kızılay da olmasa…” diyor Yaşar Kemal. Zira hem onun gözlemlerinden hem de röportajlarından anlaşıldığı kadarıyla deprem sonrası hızlı bir şekilde afetzedelere yardım ulaştıran Kızılay, özellikle köylünün kahramanıdır. 
Söz Kızılay’dan açılınca orada bulunan kadın erkek, genç ihtiyar söze atılmışlardır. Çukurhisar Muhtarı “Bundan sonra Kızılay’a elden gelen her yardımı yapacağız.” demekte, öte yandan hanımlar -Eskişehirli kadınların özgüvenini temsil ederek- “Eğer kocalarımız Kızılay’a yardım yapmazlarsa biz evden buğdayları etek etek çalıp Kızılay’a götüreceğiz!” şeklindeki nükteli cevaplarıyla bundan sonra Kızılay’a yardım hususundaki kararlılıklarını dile getirmektedir. Genç bir delikanlının “Hani duvarlardaki o Kızılay kara gün dostudur, lafı var ya, ne de haklıymış! Bize laf gibi geliyordu.” sözleri ise deprem öncesindeki toplum algısını yansıtması bakımından önemli. 
“Bulgur var, ister misiniz? Yağ var, ister misiniz?” diye soran Kızılay müfettişine “Sağ olun, utanıyoruz. O kadar çok şey verdiniz ki!” diye minnettarlıklarını ifade ediyorlar. “Kızılay bol bol odun verdi, kömür verdi, yakıyoruz. Hem rutubeti alıyor hem de ısıtıyor.” diyen köylülerden sonra Yaşar Kemal de bir gözlemini paylaşıyor okuyucuyla: “Kızılay çadır dağıtırken o kadar çabuk dağıtıyor ki, 1,5 dakikada bir aileye bir çadır veriyor.” 
 

“Eskişehir’den de Eskidir” Uludere

“Eskişehir zelzelesinde en çok hasar görmüş köy” dediği Uludere’ye bir ikindi üstü giden Yaşar Kemal, beklenmedik bir durumla karşılaşıyor: “Köylüler etrafımı aldılar. İlkin hiç zelzeleden söz açmadılar. Hep köylerini övdüler.
-Bu bizim köy çok eskidir. Eskişehir’den de eskidir.”
Yaşar Kemal’in Eskişehir röportajlarını okurken -şu acılı günlerde hiç güleceğimiz yokken- aniden gayriihtiyari bize tebessüm ettiren cümlelerdir bunlar. Zira biz de yaklaşık 2 yıl evvel Uludere’ye gittiğimizde aynı şeyleri yaşamıştık. E, övülmeyecek gibi değildir Uludere hani! Kuruluş’un manevi lideri Şeyh Edebali’nin evidir orası. Çocukluğundan beri folklor derlemeciliğine olan merak ve heyecanıyla onları dikkatle dinleyen yazar, deprem nedeniyle geldiği Eskişehir’de Uludere ile ilgili şu anlatılanlara da yer açar: “Köydeki üstü kabartmalı taşları gösterdiler. Yunan’dan kalma. Bir de türbe var. Zelzelede yıkılmış. Tuz buz olmuş. Kılavuz Dede Türbesi diyorlar. Bunlar Ertuğrul’un kılavuzları imişler. Bizanslılar şehit etmişler. Bir türbe daha var. O da kılavuzların. Ama onun üstü örtülmüyor. Ne kadar o mezarın üstüne türbe yapmaya kalkmışlarsa yıkılmış. Sabah yapmışlar, akşam yıkılmış.
-Ertuğrul Gazi bizim köyden evlidir. Karısı bizim köylüydü. Ama Osmanlı akraba olduğumuza bile bakmadı. Bize yardım etmedi. Köyümüz öyle kaldı.”
Bunların yanı sıra Uludere Muhtarı’nın dilindeki bir kelimeye dikkat çekiyor: “zıngıldak”. Uluderelilerin zelzeleye, “zıngıldak” dediğini belirterek yöresel ağız özelliğinden de bir örnek veriyor. 
 

Eskişehir’de “Hayat Durmuş”

“Eskişehir’de kimi gördüm, kiminle konuştumsa içinde bir korku, bir irkilme var.” diyor Yaşar Kemal. Daha önce başından sel felaketi geçmiş Eskişehirliler şimdi bu depremin yanında onu felaketten bile saymıyorlar. “Eskişehir böyle bir felaketi şimdiye kadar görmedi.” diyorlar. Büyük can kayıpları vermese de kentte hayat tamamen durmuş. Şehir merkezini gezen yazar, Eskişehir istasyonunu ve yeni beton yapıları görmüştür. “Hepsi çatlamış, harap olmuş”… “En az 10 bin ev oturulamayacak hâlde”… “10 ilkokul, Akşam Kız Sanat Okulu, Kız Enstitüsü, kız ortaokulu içine girilemeyecek kadar harap”… Ve “koskocaman İstasyon Caddesi bomboş”… Kentten 30 bin kişinin göç ettiğini duyuyor. Şehrin erkeklerinin çoğu ailelerini başka köylere, başka şehirlere göndermiş; çadırlarda, dükkânlarda yatıyor. Daha çok istasyonda, eski vagonların içinde... Afetzedelerden duyduğuna göre deprem sabahı şehirde hiçbir taksi kalmamış. Taksileri alan, şehirden kaçmış. O gün akşama kadar otobüsler hariç hiçbir araç yokmuş şehirde. 
Merkezde felaketin ilk günlerinde halk arasında bazı sorunlar yaşandığını duyan Yaşar Kemal soruyor: “İlk günler bazı yolsuzluklar olmuş, doğru mu?” Aldığı cevap şöyle: “Doğru. İnsanoğlu bu. Esnaflar krediyi kestiler. Alacakları istemeye başladılar. Bu ölüm dirim savaşında esnaf alacak peşindeydi. Sonra ortalık duruldu. Ama gene de bugüne kadar esnaf kredi vermedi.” Orada bulunan bir memur da bu hususta yaşadıklarını anlatıyor: “Bizim bakkaldan borç alırdık. Bakkal o gün vermedi. İkinci gün de vermedi. Maaş, maaş dersen hak getire, on beşine kadar bile yetmiyor. Biz memuruz diye de bize bir şeyler vermiyorlar. Biz de utandığımızdan isteyemiyoruz. Hâl böyle. Neyse ay başı geldi de kurtulduk. Ama ne zamana kadar? Bakkala alacağını verdik ama, gene kredi açmıyor. Bir başkasını buluruz.” Memurun Yaşar Kemal’den bir ricası vardır. “Size bir şey deyim de onu yazın, iyilik etmiş olursunuz.” diyor. “Aslında mesken buhranı olan bir şehirden 10 bin ev” eksildiğinde ev kiralarının üç katı artacağını ve hatta ev de bulunmayacağını söylüyor. “Şehirden kaçanlar dönünce gör kıyameti o zaman…” sözlerinden de bu göçün temelli olmadığını anlıyoruz. Yazarın “zayıf, elbisesi ütüsüz, yüzü sarı kırk beşlik, sakalı uzamış” şeklinde hâl-i pürmelâlini tasvir ettiği memur “Eskişehir halkının çoğunun dar gelirli ve işçi”lerden meydana geldiğini de vurgulamaktadır. Şehir merkezindeki röportajlarından sonra “İşte şehrin hâli böyle. Kimi can derdinde, kimi mal derdinde. Ama her yerde olduğu gibi, zelzelede de dar gelirlilerin hâli hâl değil.” diye içleniyor Yaşar Kemal. Çekmeyen bilmez fukaralığı. Yaşar Kemal, derdini biliyor fukaralığın çünkü. 
“Eskişehir’e geçmiş olsun. Felaketlerin en büyüğünü geçirmiş bu kış kıyamette.” diyerek röportajına son verir yazar. Yerinde bir kararla adının Eskişehir’de bir caddeye verildiği bu büyük yazarın -hem de en kara günlerde- Eskişehir’de bir ayak izi, bir bağı olduğunun anlaşılmasıyla bu isim ayrıca bir anlam daha kazanıyor. Ruhu şad olsun!