Feride Turan yazdı...
Dünyaca ünlü güreşçimiz Kızılcıklı Mahmud Pehlivan, adı Eskişehir’le özdeşleşen değerlerimizdendir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Eskişehir Türk Ocakları tarihine dair yaptığımız ve uluslararası bir kongrede de sunduğumuz araştırmada Türk Ocaklarının spor faaliyetleri kapsamında Kızılcıklı Mahmut Pehlivan’ın adı geçince bir koldan da Cihan Pehlivanı’nın izini sürmeye yönelmiştik.
Lakabını doğduğu yer “Kızılcık”tan aldığı, Sultan Abdulhamit döneminin son başpehlivanlarından olduğu, yaptığı güreşler, ailesiyle Eskişehir’e göç ettiği, 1931’de yaşamını yitirdiği, çok isabetli bir kararla Eskişehir’in en işlek caddelerinden birine onun adının verildiği, Eskişehirspor’un en ateşli taraftar gurubu olan “Kızılcıklı” adına da kaynaklık ettiği gibi daha önce söylenenleri tekrar etmeyeceğiz. Biz her zamanki gibi yeni sözler söyleyeceğiz: Güreş Federasyonu Genel Sekreterinin Kızılcıklı Mahmut Pehlivan hakkında “sporun emrettiği zarafete uymayan” sözleri ve ona üslup dersi veren bir gazete… Neler neler olmuş meğer!
Her şey Kızılcıklı Mahmud Pehlivan’ın 1928 baharında Eskişehir’e gelerek ayağının tozuyla gazeteye verdiği beyanatıyla başladı. Fakat ne beyanat! Güreş Federasyonunu ciddi hareket etmemekle, yani ciddiyetsizle itham ediyor. Esasında bu beyanat, dönemin spor gündemini teşkil eden genç güreşçilerden Çoban Pehlivan’ın Macaristan yenilgisi üzerinedir.
Kızılcıklı Mahmud Pehlivan’ın gazetede yayınlanan beyanatı ise aynen şöyledir:
“Çoban Pehlivanı İstanbul’da gördüm. Arslan gibi bir gençtir. Bütün pehlivanlık evsâfını da hâizdir. Yalnız onu tamamıyla yetiştirmeden Macaristan’a göndermek büyük bir hata idi. Nitekim Çoban Pehlivan bu hata yüzünden çok münkesir olmuştur. Hâlbuki ona ders veren Federasyon muallimi, nihayet bir jimnastik hocasıdır. Ve Çoban’a yazık etmiştir. Jimnastik hocalığı başka, pehlivanlık yine başkadır. Ben Çoban’ı kendi elimle yetiştirmek isterim. Onda emsalsiz bir vücut ve istidat vardır. Çoban’ın bu sefer de olimpiyatlara gönderileceğini duydum. Bu çocuğa yazık ediyorlar. Çoban’ı bir sene iyi muallimlerle yetiştirmek lazımdır. Federasyon kararlarında ciddi hareket etmiyor.”
Kızılcıklı Mahmud Pehlivan’ı haklı bulan gazete bu beyanatı Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın dikkatine sunmuştur. Kızılcıklı Mahmud Pehlivan’a cevap gecikmemiş, aynı kanalla iletilmiştir. Ancak önce Kızılcıklı’nın bahsettiği Çoban Pehlivan kimdir, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı nedir, kısaca değinelim: Kızılcıklı Mahmud Pehlivan’ın “Arslan gibi bir gençtir. Bütün pehlivanlık vasıflarını taşıyor” dediği Çoban Pehlivan, tam da onun dediği gibi çıkacak, 1930’ların ünlü Türk olimpiyat güreşçilerinden biri olacaktır. Hatta Güreş Kulübü’nü davet eden Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sorusuna Çoban Pehlivan’ın “Sizi yedi düvel yenemedi, ben nasıl yenebilirim?” cevabı bir motto gibi tarihteki yerini almıştır. Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ) ise Cumhuriyet döneminin ilk spor teşkilatı olarak Türk sporunu yönetmiştir. Atatürk’ün himayesinde, Başbakan İsmet İnönü’nün fahri başkanlığında 1936’da feshedilene kadar faaliyetlerini sürdürmüş, yerini Türk Spor Kurumuna bırakmıştır.
Biz olaya dönerek kaldığımız yerden devam edelim: Kızılcıklı Mahmud Pehlivan’a cevap gecikmemiş, gazeteye gönderilen ve imza yerinde “Türkiye Güreş Federasyonu Kâtib-i Umumisi” yazılı mektup aynen yayınlanmıştır. Mektubun metni şöyledir:
“Gazetenizin geçen haftaki nüshalarından birinde Kızılcıklı Mahmud Pehlivan ve olimpiyat serlevhası altında intişar eden yazının gayr-i hakiki olması hasebiyle bizi bugün buna cevap verdirmeye mecbur kıldı. Mahmud Pehlivan’ın dünya şampiyonluğu maskesi altında şurada, burada bilhassa ilmî ve fennî salâhiyeti hâiz bir makamı muaheze ve tenkit edişi şâyân-ı teessüftür. Bu zat evvela alafranga güreşi hiç bilmez. Sâniyen bilmediği bir güreş hakkında beyan-ı fikir etmesi ve malumat-fürûşluğu gülünç olmakla beraber Mehmed’in Peşte Müsabakalarından sonra münkesir olduğunu göstermesi ve beynelmilel mevkii olan Raül Peter’i jimnastikçi olarak göstermesi bu zatın gayr-i ciddi olduğuna büyük bir delildir. Bu zatın bilmediği ve ihata edemediği bu gibi işlere burnunu sokmamasını tavsiye eder ve bunun için gazetenizin tavassutunu rica ederim efendim.”
Gazetede yayınlanan mektubun imza yerinde kişi adı değil “Türkiye Güreş Federasyonu” kurumunun genel sekreterliği makamının oluşu, açıklamaya kurumsal bir kimlik kazandırmaktadır elbette. Zira “ilmî ve fennî salâhiyeti hâiz bir makam”ın eleştirilmesinden bahsedilmektedir. Cevapta “gayr-i hakiki”, yani gerçeğe aykırı şeklinde belirtilen bilgilerin doğrusuna dair açıklık getirilmesinden ziyade Kızılcıklı Mahmud Pehlivan’ın sporculuğu ve daha çok şahsiyeti üzerine söylenmiş olumsuz sözler dikkati çekmektedir. Adını bilmediğimiz, öğrenmeyi de meraklısına havale ettiğimiz dönemin “Türkiye Güreş Federasyonu Kâtib-i Umumisi”ne göre Kızılcıklı Mahmud Pehlivan; alafranga güreşi bilmemekte, bilmediği bir konu hakkında fikir beyan etmekte, hatta malumat-fürûşluk yani bilgiçlik taslamakta ve bilmediği, kavrayamadığı işlere burnunu sokmaktadır.
Benim için “söz meydanı” asıl bundan sonra, gazetenin yazdıklarıyla şenlenmiştir. Ülkede sporun yönetimini elinde tutan, ülkenin en üst makamlarınca himaye edilen bir kuruluşun genel sekreterlik makamına “üslup dersi” vermesi, Kızılcıklı’nın değerini hatırlatması, velev ki Kızılcıklı sözlerinde haksız bile olsa böyle değerli bir sporcunun değersizleştirilmesine gür bir sesle itiraz etmesi karşısında, bu gazeteye diyebilecek tek şey vardır: “Helal olsun!”
Söze Mahmud Pehlivan’ın kişiliğinden ip ucu verecek cümlelerle başlar gazete: “Mahmud Pehlivan’ın bu mektuba ne cevap vereceğini bilmiyoruz. O, tabii kendisine atılan bu ihtar sillesine yanağını uzatmakla kalmayacaktır.”
Yorumunda “Onun alafranga güreş bilmediğini ileri atmak zannımızca bir parça gülünçtür.” diyen gazete, “Acaba Mahmud Pehlivan Macaristan, Romanya ve Amerika pehlivanlarıyla alaturka güreş müsabakalarına mı girerek şöhret kazandı?” sorusuyla itirazını pekiştirir. Gazete, “ihtisas” konularına girmeden cevabın üslubu hakkında şunları ekler: “Esasen bu mektuptaki, burnunu sokmak, malumat-fürûşluk, maske altında gibi tabirler Kâtib-i Umumi Bey’in asabiyet ve hiddetini irâe etmektedir. Bununla beraber Mahmud Pehlivan haksız da olsa tezyîf edilmemelidir. İfade, sporun emrettiği zarafete uygun değildir”.
Şu Allah’ın işine bakın ki gazete, Katib-i Umumi Bey’in mektubunu yayınladığı gün, Kızılcıklı Mahmud Pehlivan’ın bir başka pehlivanı güreşe davet ettiği açık mektubunu da yayınlar. Yine şu Allah’ın işine bakın ki “Cihan Pehlivanı” Kızılcıklı Mahmut açık mektubunda “Alafranga, Amerikan ve Fransız usulü güreş ile Alaturka güreş müsabakasına hâzırım.” diye yazmıştır.
“İki yiğit çıktı meydâne /İkisi de birbirinden merdâne!”
Biri güreş meydanının diğeri söz meydanının pehlivanıdır bunlar. Güreş meydanının pehlivanından yazının başından beri bahsettim, peki bu üslup dersi veren söz meydanının pehlivanı kimdir? “Eskişehir’de Sakarya” gazetesinin bir kalem erbabıdır şüphesiz. Haberleri yazanın adı bilinmese de biz o haberleri Faruk Şükrü (Yersel)den biliriz. Nitekim “Eskişehir’de Sakarya” gazetesinin kurucuları arasında bulunan Faruk Şükrü Yersel daha yolun en başındayken gazetenin başyazarı ve umum neşriyat müdürüdür, kendisi Sakarya Matbaasının müdürlüğünü de yapmıştır. Yani söz konusu genel sekreterin sözlerini “sporun emrettiği zarafet”e uygun bulmayan bu gazetenin başındaki isim, Faruk Şükrü Bey’dir. Esasında Faruk Şükrü Yersel adı günümüzde Halkevleri ile anılsa da araştırmamız onun Türk Ocağı başkanlığı da yaptığı Türk Ocaklı dönemini kapsamaktadır.
Bir taraftan Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığındaki belgeler üzerinden diğer taraftan süreli yayınlar üzerinden yaptığımız araştırmada yolumuzun kesiştiği gazetelerden biridir “Eskişehir’de Sakarya”. Serlevhasında, yani gazetenin adının ve künye bilgilerinin yer aldığı en üst bölümde “15 Teşrîn-i Sânî (Kasım) 1925”te kurulduğu belirtilmektedir. İsminin hemen altında ise gazetenin yayın çizgisine dair üç anahtar kelime mevcuttur: “Cumhuriyetçi”, “halkçı” ve “Türk”.
Kitap hâlinde de -belgeleriyle- yayınlanacak ortak yazarlı çalışmamız, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Eskişehir Türk Ocaklarını 1931 yılında başlayan tasfiye süreci de dâhil olmak üzere ele alırken şehir tarihine dair çok renkli, çok ilginç bulguları da içermektedir. Onları da fırsat buldukça Eskişehir.Net okuyucularıyla paylaşmak isterim.