Daha yazımın başında sizi biraz eskilere götüreceğimi belirteyim.
Şöyle 21 yıl kadar önceye...
Zaman makarasını biraz geriye saracağız.
Yıl 2001...
Milli Güvenlik Kurulu toplantısında çıkan tartışma sonucu Başbakan Bülent Ecevit'e Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in anayasa kitapçığını fırlatması üzerine yaşanan gelişmeler ülkeyi derin bir ekonomik krizin içine sokmuştu.
Tartışma konusu ise Cumhurbaşkanı Sezer'in, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nda başlattığı denetimdi.
Başbakan Ecevit'in buna tepki gösterip toplantı çıkışında, "Bu bir devlet krizidir" açıklamasını yapmasıyla piyasalar adeta allak bullak olmuştu. 4 Nisan 2001'de dönemin Başbakan Ecevit'in önüne 'Sayın başbakanım al, ben bir esnafım' diye bağırarak yazar kasa fırlatan esnaf Ahmet Çakmak'ı sanırım yaşı yeten herkes hatırlar...
Zaten 1999 Marmara Depremi'nin yaralarını sarmaya çalışan Türkiye'de aradan geçen 1,5 yıl toparlanmak açısından uzun bir süre sayılmazdı.
Finansal krizin baş gösterdiği ülkede 2000 yılı da pek parlak sayılmazdı. Ekonomi yüzde 6,1 küçülmüş, enflasyon yüzde 70'lere çıkmış, Hazine faizlerinin yıllık ortalama oranı yüzde 106'ya yükselmiş, bütçe açıkları artmıştı.
Türkiye, ekonomik krizi atlatmak için IMF ile ekonomi programı uygulama konusunda anlaşmaya gitmişti.
Bu arada Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş Türkiye'ye çağrılmış ve uluslararası fonlardan kaynak bulmuştu. Adeta dış sermayenin temsilcisi konumundaki Derviş Devlet Bakanı yapılmıştı.
IMF programı kapsamında bankacılık sektörüne adeta can suyu verilmişti. 16 milyar dolarlık bir kaynak aktarılmış ve yapılandırma sağlanmış, kamu açıkları ve enflasyon canavarını dizginlemek için bu program harfiyen uygulanmıştı.
Yurttaşta ağır tahribatlar yaratan ekonomik krizden sorumlu DSP, MHP ve ANAP'tan oluşan 57. koalisyon hükümeti, 2002 Kasım'da seçime gittiğinde TBMM'ye sadece AK Parti ve CHP girebilmiş, diğer partilerin tamamı yüzde 10'luk barajın altında kalmıştı.
Özetle halk yaşadığı ekonomik krizin faturasını iktidarı oluşturan partilere kesmişti.
2001 yılında kurulan AK Parti için mevcut iktidarı sandıkta devirmek için ortalıkta muhalefet yapmasına gerek kalmamıştı.
Çünkü ekonomik kriz vatandaşın üzerinden silindir gibi geçmişti.
AK Parti'nin Mayıs 2008 yılına kadar harfiyen uyguladığı IMF programı ve rasyonel ekonomik politikalar sonucu yurttaşın alım gücü yükseldi, ülkede bir refah artışı hissedilir oldu.
2008 sonrası malum art arda operasyonlar başladı...
Askere karşı Ergenekon, Balyoz...
Fetullah Gülen Cemaati ile AK Parti'nin yollarının ayrılması sonucu yaşanan dinleme skandalları ve rüşvet çarkının ortalığa saçılması...
FETÖ'nün darbe girişimi...
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle tüm yetkilerin tek kişide toplanması...
AB üyeliği hedefinden uzaklaşılması...
Ortadoğu coğrafyası ve Avrupa ülkeleriyle oluşan sorunlar üzerine yaşanan derin yalnızlık..
Pandemi, Arap ülkeleriyle uzaklaşma...
Hasılı, kaldık baş başa, diz dize...
İnandırıcılığını kaybetmiş resmi rakamlara göre yüzde 80'i aşmış bir enflasyon, 18 liraya çıkmış dolar kuru, yüzde 200'leri aşmış çarşı- pazar pahalılığı, daha 3-4 gün önce doğalgaz ve elektriğe gelen yüzde 20-50 zamlar, bir yılda yüzde 300 artan benzin ve mazot fiyatı...
TÜİK rakamları ile yurttaşın hesabı arasında bir-iki misli fark çıkınca yoksullaşma, gelir uçurumlarının olması da kaçınılmaz oluyor.
Kimine göre 10, kimine göre ise 15 milyonu aşmış bir “sığınmacı ordusu”yla milli gelire ortak olan 85 milyonluk Türkiye'de nereden bakarsanız 100 milyonluk bir ekonomik bölüşümden bahsediyoruz.
Gelelim 6'lı masa konusuna...
CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, DEVA Partisi ve Gelecek Partisi'nden oluşan 6'lı masa henüz adayını belirlemese de iyileştirilmiş parlamenter sistem ilkesi etrafında toplanarak bir muhalif güç oluşturmaya çalışıyor.
Hatta 2023 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayını belirleyeceklerini belirtiyorlar.
Şimdi soruyorum.
Ekonomik krizin derinleştiği, hane halklarının gelirinin artmadığı, aksine satın alma güçlerinin her geçen gün eridiği...
İğneden ipliğe her şeyin zamlandığı...
Üstelik de düşük gösterilen enflasyon nedeniyle işçi, memur, emekli ile çalışanların yüzde 60-70'lik büyük çoğunluğunu oluşturan asgari ücretlinin maaşının eridiği bir ortamda 6'lı masanın yaptığı muhalefete gerek kalıyor mu?
Ne demiştik?
2001 ekonomik krizinin ardından 2002 Kasım'da seçime giden 57. Hükümetin tüm partileri yani DSP, MHP ve ANAP baraj altında kalmış TBMM'ye girememişti...
Krizin faturasını bu partilere kesen yurttaş 2023 seçimlerinde de bir fatura kesecek.
Anketler, Cumhur İttifakı'nı oluşturan iktidardaki AK Parti ve MHP'nin oy kaybettiğine işaret ediyor.
Seçime daha 10 ay var.
Siyasette uzun bir süre...
İbrenin tersine dönmesi için rasyonel ekonomi politikalarının uygulanacağına dair bir sinyal, AB ve Ortadoğu ülkeleriyle olan mesafeli duruşun terk edileceği yönünde bir emare olmayınca...
Büyük hacimli bir kaynağın ülkeye girme ihtimali kalmayınca...
Hayat pahalılığına karşı gözle görünür bir önlem alınmayınca…
Yanlış kararlar alınmaya devam edince...
AK Parti ve MHP, yeterince kendine zarar verip oy kaybediyor zaten.
6'lı masanın muhalefeti de ikinci planda kalıyor haliyle.
Sezce de öyle değil mi?