Genellikle öngörülemezlik, belirsizlik ve elden gelmezlik vb. gibi durumlar, insanlarda başlıca kaygı uyandıran etmenlerdir.
Ancak bedenimizin/ruhumuzun sağlığı ve bir takım sorunlarla baş edilebilmesi için belli bir miktar kaygı duygusuna ihtiyacımız bulunmaktadır.
Bu konuda yapılan pek çok bilimsel araştırmada, yönetilebilir boyutta bir kaygı düzeyinin olumlu ve motive edici yönleri olduğunu ortaya koymaktadır…
Zira, yüksek düzeyde kaygı veya hiç kaygı duymamak genellikle sorunu gidermekte başarısızlıkla sonuçlanırken, bir miktar yönetilebilir düzeyde kaygınının başarılı sonuçlar alınmasını güçlendirdiği ifade edilmektedir.
Yeter ki kaygı bir korkuya dönüşmesin…
Bu kapsamda, son yıllarda yeni bir kaygı türü daha ortaya çıkmaya başladı: Eko-Kaygı (Eko-Anksiyete)…
Tabi ki ekonomik kaygılar varken ekolojik kaygıya sıra mı gelir? Dediğinizi duyar gibiyim…
Ancak, sağlıklı bir ekolojiniz yoksa sağlıklı bir ekonominizin de olmayacağını hem iklim krizi nedeniyle yaşananlardan (orman yangıları, seller, kuraklık, fırtına vb.) hem de pandemi sürecinden bir nebze anlamış olmalıyız…
Her ne kadar iklim krizi ve diğer ekolojik/çevresel sorunlar küresel/bölgesel çaplı gibi görülse de, bu krizlerin kişisel bir yönü de bulunmaktadır…
Bilgileri ve doğal dünyayla olan duygusal bağları nedeniyle daha çok doğa bilimciler ve çevre bilinci yüksek insanlar arasında yaygın olma eğiliminde olsa da eko-kaygı, artan ekolojik ve çevresel krizlerin etkilerine tanıklık eden pek çok insan da giderek bu kaygıyı duymaya başlamıştır.
Örneğin, 2018 yılında yapılan bir araştırmaya göre, ABD’deki insanların neredeyse yüzde 70’inin iklim krizi konusunda endişelendiği, yüzde 51’inin ise kendisini çaresiz hissettiği belirlenmiştir.
Elbette ekolojik ve çevresel konulardaki endişe; aşırı hava olaylarının artma riski, can, mal, geçim veya konut kaybı, sağlık, beslenme ve su riskleri vb. gelecek için korku ve çaresizlik duygularının farkındalığından kaynaklanmaktadır.
Belki de, başta iklim krizi olmak üzere çevresel ve ekolojik felaket endişesi anlamına gelen “eko-kaygı”, insanların gezegene yardımcı olacak çözümler aramaya iten benzersiz bir duygusal motivasyon işlevi de görebilir…
Çünkü kaygı kontrol altına alındığı zaman insanlar daha üretken, verimli ve çalışkan olmaktadır. Bilimin gelişmesi ve yeni keşiflerin yapılması da insanın yaradılışında bulunan bu kontrollü kaygı sayesinde olmuştur.
Ülkemizde, başta iklim krizi olmak üzere, uluslararası antlaşmalar kapsamında çeşitli ekolojik ve çevresel sorunlara yönelik önlem çabaları başlamış durumdadır.
Fakat, vatandaşlarımızın eko-kaygı düzeyleri hangi düzeydedir, bilemiyorum…
Ama yakın bir gelecekte, etkileri artarak devam eden iklim krizi ve diğer olumsuz çevresel olayların “ekolojik bir kedere” dönüşmemesi için, insanların duyacağı yönetilebilir eko-kaygı düzeyinin artarak önleyici bilinçlenme için bir eko-motivasyonun sağlanmasına katkı sağlayacağını düşünüyorum…
Burada önemli olan eko-kaygı karşısında olumlu bir davranış sergilemenin yollarını bulmaktır.
Çünkü eko-kaygı duymak başka bir şey, ekolojik keder yaşamak başka bir şeydir…
Kaygıyla ile ilgili bir açık kaynaktan aldığım şu benzetme ile yazımı bitiriyorum; “kaygı tırnak gibidir. Mesele uzayan tırnağı, sizi acıtmadan sınırında kesebilmektir”.