Dünyanın zor mevsimlerinden birisindeyiz. Sadece bu yılı kast etmiyorum. İçinde bulunduğumuz yüzyıl bizi beşeriyet adına ciddi bir sınavdan geçiriyor.
Ne yazık ki bu sınavdan geçer notumuz pek yüksek değil. Zerafet, Adalet, Medeniyet, Merhamet ve en önemlisi İyi Niyet gibi insanlığın en şık elbiselerini bir bir atıyoruz üstümüzden.
İçinde yaşamaktan gurur duyduğumuz Eskişehir içinde durum farklı değil. Bir yandan bugüne kadar genetiğimize işlenmiş mütevazılığı korumaya çalışıyor, diğer yandan çevremizi saran kibir bulutunu kaygıyla seyrediyoruz.
Oturduğu koltuğa güç katanlarımız kadar, koltuğun gücünü alan ve koltuğa ait krallığın da ederini düşüren ordularla savaşmaya başladık.
Geldikleri her görevin kendilerine sunulmuş bir lütuf olduğuna inanmış, görev yaptıkları her dönemin seçimini kendilerine hak gören ve seçilse de, atansa da ruhu devrilmiş liderleri var bu şehrin.
Anavatanından çıktıkları yolda elinde insaniyet, emek, adalet meşalesini taşıyan ama vardıkları makam odasında o meşaleyi ceviz sandıklara kaldırıp, dostlarını kıyıma başlayanlar var.
Yol arkadaşlarına sırt dönüp, kendi yolunu bulanları vitrine koyup, koruyanları var üstelik.
Sonra değişime direnen, dönüşüme yetişemeyenleri var mesela.
Aklın bir tek kendine baki olduğunu, o akla tavsiye verenin düşman, alkış tutanın dost olduğunu kanıksamışları.
Etrafını saran menfaat duvarından güneşi göremeyenleri var. Secde ettikleri duvarın görünmez olduğunu sananları.
Kumpasların, yalanların, kılıfı kendinden önce uydurulmuş kılıçlarla doğranmaya çalışılan tuğlaların sayısı o kadar çoğalmış ki, karşıda güneşin hiç batmayacağı daha büyük bir duvar oluşuyor.
El yumruğunu yemeden kendini güçlü sananlar kadar elindeki gücü kullanmaktan korkanları da var bu şehrin.
Koca bir şehri götürdükleri sofradan aç kaldıranlar, elalem diye yarattıkları sahte kahramandan çekinip bir kenarda sessizce kafa sallayanları var. Eve getirmek yerine ikramını evden götürenleri var. Gri binalara ve kızıl tanrılara adak sunar gibi bunu hak sayanları üstelik.
O yüzden yitip gidenleri, savaşmadan teslim edilen karargâhları, ucuz siyasete yem edilmeye çalışılan büyük balıkları var.
Ama bu devran böyle sürmeyecek elbette.
Yalancı çobanın sürüsünde kuzular ile kurtlar yer değiştirecek.
Talep edeni, isteyeni, zalime kafa tutanı korkutamıyor şehrin küçük saraylarında ki nöbetçi kapıkulları.
Önce sövüp, sonra öpmekle, önce yerip sonra yeşil bir destekle gidemiyor öteye.
Önce tükürüp sonra yalanan toprakları başka zihinler fetih etti çoktan.
Mağdur olarak çıkılan yolda zalime dönenlerin maskesi düştü sahte Mart baharlarında.
Silah çıkınca mertlik öldü diyenler yanılıyor. Silah çıkınca bozulmadı Mertlik, Mertlik bozulduğu için çıktı silahlar meydana.
Ve biliyoruz ki artık başladı zihinlerin giderek büyüyecek sıcak savaşı.
Bir devrimin keyfini emziremedi bu şehir, artık tecrübeli ve kurtlara bırakmaz yetim sevdasını
İyimser bir iklimin eteğine sarılır, yeni yollara, yolculuklara çıkarır umudunu
O yolun sonundan bakmak lazım Eskişehir’e
Ganimet verilen değil, ganimetlere boğulan zaferlerle, çünkü 1 Oda, 1 Salondan fazlasını hak ediyor bu şehir ve alacak.
Merak etmeyin kabuklar kırılacak, maaşı zamlı kapı kulu askerleri vuracak onları vitrine koyan devrik liderini. Saltanatta gözü olanların hevesi kalacak bu kez kursakta ve şehrin 26 anahtarı da buluşacak onu hak eden sahipleriyle bir gün…
Elbet göreceğiz o günleri, Belki yarın, belki yarından da yakın…