Filmlerde karanlık dünyanın polise taktığı isimdir aynasız. Genellikle kötü karakterlerin dilinde bir “aynasız”dır gidiyor! Üstelik hem yerli hem yabancı filmlerdeki repliklerden kulak aşinalığımız var “aynasız”a. Fakat bir türlü gönlüme aşina olamadı bu söz. Polisiye roman ve dizilerin etkisiyle midir bilemem, çocukluk hayallerimi süsleyen bir meslekti polislik. Lakin boyum yetmediğinden başvuramamıştım bile. Boyumuzu aşan, boyumuzdan büyük işlere kalkışmadık yani her zaman olduğu gibi...
İnsanların mesleklerle ilgili kanaatlerinde, değerlendirmelerinde şahsi tecrübeleri, yaşanmışlıkları etkilidir muhakkak. Eylemlerin, olayların gölgesinde geçen üniversite yıllarımda kader çizgim; polislerle hep mucizevi şekilde kesişti. Bu hususta sadece bir anımı paylaşmakla yetineceğim. Birinci sınıftaydım. Kaldığım Vezneciler Kız Yurdu’ndan Edebiyat Fakültesine giden en kestirme yol; Fen Fakültesi ile Edebiyat Fakültesinin arasındaki meşhur “Hergele Meydanı” denilen büyük kantinden geçiyordu. Üst sınıflardan öğrendiğimiz kadarıyla "Her Gelen Meydanı" imiş aslı. İki fakülte arasında "her gelen"in geçip gittiği bir meydanı andırdığı için sanırım... Bir gün yine oradan geçiyordum ki büyük bir patlama sesi ile irkilerek aniden durdum. Sonra tekrar tekrar, kulakları sağır edecek şiddette patlamalar devam etti. Meğer tabanca sesiymiş. İlk defa televizyon ekranının dışında; elinde silah, ateş eden insanlar görüyordum. Patlama sesleri arasında sopalı bir grup öğrenci de birbirlerine saldırıyorlardı. O esnada korkudan donakalmışım. Sonra biri kolumdan tutup hızlıca beni bir kenara çekti ve “Yukarı! Yabancı Diller tuvaletine! Çabuk!” diye bağırdı. (Bu ses, her hatırlayışımda yankılanır yüreğimde.) Koşarak adeta kaçarak oradan uzaklaştım. En üst kata, Yabancı Diller Bölümü'ne çıktım. Hayatımı ve eğitim hayallerimi kurtaran o kişiyi -teşekkür etmek için bile olsa- bir daha göremedim; günler sonra duydum ki sivil polismiş.
Eskişehir'de Polis Teşkilatı Yazısından...
Birileri polise "aynasız" diyedursun işin hakikati öyle değil. Önce günümüzün penceresinden bakalım. Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük'te "Aynası olmayan" manasının yanında, "Hoşa gitmeyen, kötü, yakışıksız, çirkin, ters, biçimsiz." demek. Argoda "polis" anlamına geldiğine de Sözlük'te yer verilmiş hâliyle... Kelimenin anlam dünyasına dair en güzel yorumu Eskişehir'in tarihinde bulmak mümkün... Osmanlı basınında hakikatin Anadolu'dan yükselen sesi olan "Hakikat-Anadolu Sesleri" gazetesi "aynasız" tabirinin hakikatini de anlatmış. 2 Mart 1911 tarihinde yayınlanmış bir köşe yazısında aynen şöyle yazıyor: “İş insanın aynasıdır, derler. Onun için işi bozuk olana veya bozuk bir şeye karşı 'Bu iş aynasız' veya 'Aynası bozuk' deriz. Aynası bozuk demek, yüreği bozuk demektir. Yüreği bozuk olanın işinde dernek olmaz." Şu hâlde aynasız; işi, mesleği ne olursa olsun "yüreği bozuk olandır". Bozuk yüreklerin kokusu illa ki işlerinde çıkar. Üç günlük dünyada -bir şekilde- örtseler de kokusu çıkmaz mahşere kadar. On parmaklarında on kara, bir üfleseler mangalda kül bırakmazlar hak, hakikat, ahlâk namına. Standartları çiftedir, tıpkı yüzleri gibi... Adamına, zamanına, zeminine göre değişirler kaşla göz arasında. Cin olmadan adam çarpar, kuyrukta bile kaynak yaparlar. Yani bu durumda "aynasız" tabiri bir mesleği değil karakteri, mizacı ifade ediyor.
Hakikat gazetesi "aynasız"a dair tarihe not düşerken Eskişehir polis teşkilatı tarihine de ayna tutuyor. Sayıca çok az olmalarına rağmen polislerin Eskişehir'de vazifelerini fedakârca yerine getirdiklerini sütunlarında duyuran gazete; Eskişehir'in polis ihtiyacına sıklıkla değinmiştir. 12 Mart 1911 tarihinde "Polis Lazım" başlıklı yazıda “Otuz bin nüfustan ibaret olan koskoca bir memlekette yedi bin beş yüz nüfusa ancak bir polis düşüyor." denilmektedir. 1911 yılında 5 polisle 1 komiser vardır. 1’i münavebe suretiyle (nöbetleşe) izinli, diğeri İstasyon’dadır. 2'si Köprübaşı civarından katiyen ayrılamaz. Çünkü meyhaneler, gazinolar, kahvehaneler sebebiyle Eskişehir'in en kalabalık bölgesi burasıdır. Kala kala 1 komiserle 1 polis; çevresi 3 saatte dolaşılamayacak kadar geniş bir alanın asayişinden sorumludur.
Eskişehir Sokaklarından Bir Görünüm (Kaynak; Türk Dünyası Kültür Başkentliği yayınlarından II Abdülhamid Döneminden Eskimeyen Fotoğraflarla Eskişehir kitabı)
Eskişehir'de dönemin en büyük asayiş sorununun aşırı alkol tüketiminden ileri geldiği basına sıklıkla yansımış. Sadece merkezde, 200'den fazla meyhane bulunduğunu öğreniyoruz ayrıca. Gazete; her akşam tiyatroların dolup taştığını, istasyonun her gece binlerce yolcunun güzergâhı olduğunu da ekliyor. "Her gece sokak ortalarında binlerce naralar, feryatlar işitiliyor. Hatır ve hayale gelmeyen birçok vukuat zuhur ediyor." diyen Hakikat gazetesi de feryat ediyor: "Ey iş başında olanlar! Allah aşkına olsun, şu garip memlekete beş altı kadar daha polis gönderiniz de size dua edelim.” diye... Lakin onun feryadını "iş başında olanlar" duymuyor. Hakikat-Anadolu Sesleri gazetesini çıkaran Mestan İsmail Bey; 1910 yılında da aynı feryadı etmişti ve -hükümet değilse bile- Sırat-ı Müstakim dergisi onu duymuştu. Adı Millî Şairimiz Mehmed Akif'le özdeşleşmiş olan Sırat-ı Müstakim dergisi; miladi takvime göre 1 Aralık 1910 tarihli sayısında "Anadolu’dan Ne Ses Geliyor?" başlığıyla bu çığlığa kulak vermişti. Mestan İsmail Bey; o zamanlar "Eskişehir" gazetesini çıkarıyordu; gazetenin ismi 1911'de değişse de sorumlu gazetecilik anlayışı aynıydı. Bu hususta Sırat-ı Müstakim dergisi Mestan İsmail Bey'den övgüyle bahseder. Çoğu vilayet gazeteleri ve gazeteciliğinden farkını ise "Ekseri arkadaşları gibi dalkavuk olmayan Eskişehir gazetesi" ifadeleriyle açıkça ortaya koyar. Habere göre 1910 yılında İstanbul’da yirmi sekiz bin nüfusa 90 polis isabet ettiği hâlde otuz altı bin nüfusluk Eskişehir'de iki polis mevcuttur. "Eskişehir sırf kazalığının cezası olarak iki tek, topu topu iki tek polisle idare olunmaya mahkûm edilmiştir." denilmektedir. Sırat-ı Müstakim; Eskişehir'in şu çığlığına da aynen yer vermiştir: "Ey pây-i taht (başkent) ahâlisi! Ey vilâyet ve livâ sâkinleri! Biz de sizin gibi âdemoğullarıyız, hepimizi yaratan Allah bir, hepimizi idare eden hükümet bir iken, şu sizin imtiyazınıza, bizim yoksulluğumuza sebep ne?"
SıratıMüstakim Dergisi 1 Aralık 1910 Sayısı
Mestan İsmail Bey ve ekibi hükümetin yanı sıra halkın sorumsuzluğundan da yakınmaktadır. Hakikat-Anadolu Sesleri'nin 2 Ekim 1911 tarihli sayısında "Zabıta ile polis dairelerinin şu şayan-ı teşekkür faaliyetlerine rağmen geceleri yaygara ve silah sesleri eksik olmuyor. Bunun kabahati inzibat memurlarında değil elbette halkımızdadır. Bilmeyiz ne zaman adam olacağız." diyen gazete; bütün bu zor şartlarda dahi canlarını vazifelerine feda eden faal ve gayretli memurların suçluları, zorbaları “pençe-i kanun”a teslim ettiklerinden övgüyle bahseder. Hükümeti eleştiren, hatta tuttuğu parti iktidara geldiğinde onun yanlış uygulamalarını da eleştiren; haksızlığa muhalif, hakikat yanlısı bu gazete; polisin arkasında durmuştur. Öyle ki polise bavul taşıtmak isteyen üst düzey bir yetkiliyi eleştirmiştir. Hatta olay yerinde bulunan halkın da “Polis memuru senin ücretli hizmetkârın değildir efendi!” diyerek tepki gösterdiğini tarihe kaydetmiştir.
Sayıca çok az olmalarına rağmen gönül aynasını işine yansıtan, "aynası işi olan" bu polisler kimlerdir? Haberlere yansıyan isimleri derledik. Aşağıda adı geçen Komiser Ali Rıza Bey ise memleketi kasıp kavuran kolera salgınında doktorlarla birlikte salgınla mücadele etmiştir ayrıca:
Polis Memuru Ahmed Muhtar Efendi (1911)
Polis Memuru Vahid Efendi (1911-1912)
Polis Memuru Süleyman Efendi (1912)
Polis Memuru Mahmud Efendi (1912)
Polis Memuru Medmed Cemal Efendi (1912)
Polis Memuru Edib Efendi (1912)
Komiser Muavini Rifat Efendi (1912)
Komiser Ali Rıza Bey (1911)