Salgınlar… Onlar hep vardılar. Adı veba, adı sıtma, adı tifo, adı kolera… Yok aslında birbirlerinden farkları. Çok can aldılar. 1911 Anadolu’sunda “Hakikat-Anadolu Sesleri” gazetesiyle kolera salgınının izini sürdüğümüz yazı dizimiz devam ediyor. Geçen sayıda; doktorların “mevsim hastalığı” dediği illetin kolera olduğunu cesur bir Osmanlı gazetecisinin ortaya çıkardığını ve birbiri ardınca gelişen olaylarda Anadolu’nun trajedisini ele almıştık. “Hakikat-Anadolu Sesleri” gazetesi Eskişehir’de çıksa da Kütahya, Afyon, Konya gibi çevre illerden de haberlere yer vererek salgında “Anadolu Sesleri”ni duyurmuştur. O dönemde duymazdan gelinse de tarihe kaydetmiştir.

“Yakın Vakitte İnsanoğlu Namına Bir Fert Bile Kalmayacak”

Salgının izini sürdüğümüz söz konusu gazete; korona salgınıyla yüz yüze geldiğimiz bugünleri hatırlatan bazı bulgular içeriyordu. Dünya nüfusunun bilmem kaçta kaçı ölecek, tarzında salgından ziyade, korkusunun yüreğimize indirdiği korona haberleri okuduk yakın zaman içinde. Benzer senaryoları yüz küsur yıl öncesine ait bir Osmanlı gazetesinin sayfalarında da görünce buna “tarih tekerrür eder” mi demeli yoksa “dejavu” mu, bilemedim. -Korona’dan olmasa da- koleradan Anadolu’da hiç insan kalmayacağına yönelik panik duygusu hâkim ifadelere rastlıyoruz. Hükümeti Anadolu’ya karşı ilgisiz, duyarsız olmakla suçlayan gazeteci Mestan İsmail Bey; yazılarıyla muhalif gazeteciliğin hakkını vermiş doğrusu. Hatta bir makalede şunları yazmış:“Memleketimizin yerli hastalıkları sırasına geçen sıtma ile tifoya şimdi kolera da katıldı; el ele verdiler de öyle tahribata koyuldular ki karşılarında ise hiçbir mukavemet görmedikleri için öyle ilerliyorlar ki yakın vakitte, bu diyarlarda insanoğlu namıyla bir fert bile bırakmayacakları anlaşılıyor! Biz kendimizden ümidi kestik! Besbelli hükümet de bizden ümidi kesmiş olacak ki hiç dönüp baktığı yok! Bari yerlerimizi doldurmak için hükümet şimdiden millet tedarik etsin!”

Yağmur Yağıyor, Seller Akıyor, Belediye Camdan Bakıyor

Sadece hükümet mi duyarsızdır? Ya belediyeye ne demeli? “Belediye mi dediniz? O da yaptığından gafil, yapacağından bîhaber zavallı bir mahlûk! Sokaklara kireç dökülmedi.” diye veryansın ediyor Mestan Bey. Yağmurlardan dolayı oluşan sel birikintilerinden bahsediyor. “Bataklıklar için belediye neden bir tedbir düşünmüyor? Şehrin her tarafı pislik içinde yüzüyor da bu belediyenin nazarına neden çarpmıyor?” şeklinde eleştiriyor. Çevre temizliği her zamankinden daha önemlidir artık. Ancak belediye uyuyor ve soruyor Mestan Bey: “Acaba bunlara millet orada uyku çekmek için mi maaş veriyor?” Yalnız tek konuda uyanıktır belediye: Hükümetin -nasıl olduysa- merhamet edip verdiği 500 Liralık kolera ödeneğini gerektiği yerde kullanmıyor. Paralar nerede? “Mesele ayıplıktan çıktı da başka bir renk almaya başlamıştır” artık Mestan İsmail Bey’e göre. Eleştiri oklarının hedefinde “Belediye azalarının hepsi” yoktur. Onların arasında “namuslular”ın da bulunduğunu fakat “ekalliyette kaldığını” yani sayıca az olduklarını vurguluyor.

Anadolu’daki diğer belediyeler hakkında da malumat vermeyi ihmal etmiyor yazar. Mesela Kütahya Belediyesinin diğerlerine göre hiç çalışmadığını belirtiyor. Sokakların murdar, lağımların açıkta olduğunu söylüyor. Ancak salgın sürecindeki haberlere göre Eskişehir ve çevresindeki en iyi belediye, Tavşanlı belediyesidir. Belediyenin gayreti ve kolera tabibi Doktor Yani Vasil Efendi'nin ciddi tedbirleriyle hastalık yayılmamıştır. Bolvadin de “kaymakam”ı bakımından şanslıdır. Belediye tabibi bulunmayan Bolvadin’de Kaymakam Maruf Bey etkili tedbirler almıştır.

Bir salgının ortasında Orta Anadolu’nun durumu hiç de iç açıcı değildir. Mesela Akşehir’in ibretlik karantinası; dönemin basınında gündeme geliyor. Her şey Konya’ya giden bir yolcunun İkdam gazetesine gönderdiği mektupla başlar. İkdam gazetesi de yetkililere sorar. Onlar da verdikleri cevapta “Karantinada her şey mükemmeldir. Fenalığını iddia eden zat muhtelü'ş-şuurdur”, yani aklını oynatmıştır, der. Hakikat-Anadolu Sesleri gazetesinin her daim kalemi sivri -ismini şimdilik bilmediğimiz- muhabiri de yolcunun bu iddiasını doğrulayan bir mektup gönderir. Konya’daki bir gazete de aynı yönde yayın yapar ve basının gücü, en sonunda kendini gösterir: Akşehir karantinası lağvedilir. Mestan İsmail Bey hiç durur mu! “Muhtelü'ş-şuur” lafını aynen iade eder sahibine ve der ki “Şimdi acaba muhtelü'ş-şuur olan kim, sorabilir miyiz?”

Bir Salgın Klişesi(!): Tartışmalar, Asılsız Haberler…

Salgın olur da tıp dünyası ikiye ayrılmaz mı hiç? “Maske takılsın mı, takılmasın mı; eldiven gerekli mi?” şeklinde tartışmalara tanık olduğumuz bu koronalı günlerden yüz küsur yıl önce koleralı günler yaşanırken tıp dünyası “içilecek suyu kaynatmalı mı, kaynatmamalı mı?” diye ikiye bölünmüş. Her iki görüşün açıklamalarına“okuyucularına bir hizmet olmak üzere” sayfalarında yer verir Hakikat gazetesi ve yazının altına şu notu düşer: “Efkâr-ı fenniyeyi yukarıya sıraladık.” Fakat birbirine zıt bu fenni fikirlerden hangisini dikkate almalıyız, sorusunu tam da içimizden geçirirken son satırdaki nükteli cevapla tebessüm ediyoruz: “Huz mâ safâ da'mâ keder”… Eskilerin zamaneden şikâyet bahsinde hatırına düşen bir söz... Herhangi bir şeyin “kederini at, sefasını al” demek. Şu üç günlük dünyanın sefası ne kadarsa artık!

Her salgının vazgeçilmezi (!) “asılsız haber yayanlar”ı da unutmayalım. Seyitgazili Şeyhzade İsmail Hakkı Bey’in Hakikat Gazetesinde yayınlanan ve asılsız haberlere dair farkındalık getiren şu mektubu hakikaten düşündürücü: “Eskişehir'e üç hekim gelmiş, ellerinde fermanları varmış. Her kim ki başım ağrıdı, dişim sancıdır derse ilaç verip öldürüyormuş, şeklindeki bir havadis yayılıyormuş… İnsan bunları duydukça cehalete lanetler yağdırıyor da cehaletin en kavi düşmanlardan daha fena ve en dehşetli kolera mikroplarından daha bela olduğuna hükmediyor.”

Anlaşılıyor ki doktorlar sadece kolerayla değil asılsız havadislerle, cehaletle; tıbbi malzeme ve ilaç yokluğuyla, belirttikleri tedbirleri ciddiyetle yerine getirmeyen yöneticilerle de karşı karşıyadır.

Eskişehir İttihat Terakki Kulübü ve Salgınla Mücadelede Öne Çıkan İsimler

Bütün bu hengâmenin içinde sadece belediyeden ses çıkmaz. Halkı bilgilendiren faaliyetler gerçekleştirmesi gerektiği hâlde susar belediye. Bu boşluğu şehirde İttihat ve Terakki Kulübünün doldurduğunu görüyoruz. İttihat ve Terakki Kulübünde Muhittin Celal Bey’in ilmî konferans verdiğine dair haberlere rastlıyoruz. Hakikat gazetesi de öğretici yazılara yer verir. “Kolera Hakkında Doktor Fransuva Efendi Ne Diyor?” yazısı bunlardan biridir. Yine uzmanlık alanı “kolera” olan doktorlarla mülakat yapılır. Onların tedbirlere dair sundukları raporların içeriğine yer verilir. Salgın baş gösterince Yörük Kırka’ya koşan Doktor Şerafettin Bey, yine Karapazar’a koşan Belediye doktoru İlyadis Efendi ve Eskişehir’de doktorlarla beraber kolerayla mücadele eden Şimendifer Komiseri Ali Rıza Bey; Hakikat’in sayfalarında tanıştığımız isimler…

“Cevap alıncaya kadar her gün aynı suali tekrar eden” gözü kara Mestan İsmail Bey özellikle köylere hizmet gitmesi hususunda ses getiren haberler yaparak salgında sorumlu gazetecilik örneği sergilemiştir.“Şehirliler doktor bulur, hoca bulur, ilaç bulur; lakin köylüler şu her şeyden mahrum bulundukları hâlde” hastalığın eline bırakılmamalıdır, der. Bu vesileyle insani, vicdani melekeleri harekete geçiren yazılarıyla Türk gazetecilik tarihinde “hakikat”in Eskişehir’deki sesi olan ve katledilişi yüreğimizde tarifsiz kederler bırakan Mestan İsmail Bey’i sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.