Geçtiğimiz günlerde İran ve ABD arasında yaşanan gerginlik bizi yine derin düşünmeye sevk etti. ABD’nin, İranlı general Kasım Süleymanî’yi öldürmesi, dünyanın hem coğrafî hem siyasî hem tarihî ve hem de düşünsel anlamda merkez noktası olan, iki denizin karşılaştığı ülkemiz Türkiye’de de doğal olarak yankı buldu. Aslında olaya düz baktığımızda çok basit: Bir ülke (ABD) başka bir ülkenin (İran) sahada etkili üst düzey askeri yetkilisini, daha başka ülkelerin (Suriye, Lübnan) kentlerinden dönüşte daha da başka bir ülkede (Irak) suikast ile öldürüyor.
Tartışılan (ya da üzerinde konuşulup-yazılan) başlıklar:
- İran gerçekten antiemperyalist bir mücadele içerisinde mi?
- Bu gerginlik gerçek mi yoksa her iki ülke yönetim idarelerinin kendi dairlerini güçlendirmek için oluşturduklarıbeslendikleri bir yapay çatışma mı?
- Türkiye olarak yas tutmalı mı yoksa sevinmeli miyiz?
- Bundan sonrası için gerginlik tırmanarak üçüncü dünya savaşı mı çıkacak?
- İran ya da ABD’nin yeni saldırı planları var mı?
- Ülkemizde döviz çok etkilenecek mi?
Soruları uzatmak mümkün. Her biri kendi içerisinde haklı gerekçeli sorular. Kendimizce sürece bakmaya çalışırsak…
İran’a daha önce birkaç iş seyahatim oldu. Kendisine has dinamikleri ve yaşam tarzı olan, kökleri güçlü ve bölgede son derece etkili bir ülke. Türkiye ile vize muafiyeti olan bir komşumuz olması ve ticari olarak farklı alanlarda üreticilerimiz açısından riskli ancak iyi bir pazar olarak potansiyel taşıması, kayıtsız kalamayacağımız bir hadiseler zincirini önümüze koyuyor. İran, mezhepsel kanalları ve gerek askerî gerekse siyasî operasyon gerçekleştirebilme kabiliyeti ile Irak başta olmak üzere, Suriye, Lübnan ve K. Afrika ülkelerinde de etki sahası olabilecek bir ülke. Yani kendi içerisinde emperyal hedefleri olduğunu da söyleyebiliriz.
ABD, zaten ABD. Bizim Kuru Kahveci Mehmet Efendi ya da Bursalı Kafkas kadar tarihi derinliği olmayan, Ortadoğu’daki irili ufaklı partnercikleri kanalıyla enerji, petrol, hammadde ve nihai olarak da küresel sermaye kavşaklarını elinde tutma gayretinde devrin emperyalisti.
Olayların henüz akabinde 8 Ocak günü TürkAkım akış startı verilmek üzere Rusya Devlet Başkanı sayın Putin, protokol ve güvenlik uygulaması nedeniyle Atatürk Havalimanı’na, Dışişleri Bakanı Sayın Lavrov da İstanbul Havalimanı’na iniş yaptılar. Sabiha Gökçen Havalimanı, bir gün öncesinde olumsuz hava koşulları nedeniyle uçuşları gerçekleştiremiyor, hatta bu nedenle özel havayoluna ait bir uçak pistten çıkıyor. Buradaki aksaklık nedeniyle pek çok uçak da yine İstanbul Havalimanı’na yönlendiriliyor.
Aynı gün İngiltere, İran’la çok sıcak ve doğrudan savaş noktasına gelen ABD blokunda saf tutacağı sinyalini veriyor. Putin Türkiye ziyaretinden hemen bir gün önce Şam’a giderek Esed’le görüşüyor ve akabinde Emevi Camii gibi kutsal mekânları da ziyaret ediyor. Belki aynı saatlerde ya da az evvelinde, ABD başkanı Trump, İran’ın hareket tarzına göre 52 noktanın vurulacağını ve bunların içerisinde İran için önemli olan kültürel yerlerin de olacağını duyuruyor.
Ve Türkiye…
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, liderler düzeyinde sıcağı sıcağına bir telefon diplomasisi yürütüyor.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü sayın İbrahim Kalın’ın Türkiye olarak bir arabuluculuk için talep ya da beklenti içerisinde olmadığımızı bildirdiği açıklamalarındaki şu satırlarda, belki de ülkemiz, bölgemiz ve hatta insanlık tarihi açısından önemli kavşaklardan birisinde daha, yine görünen ya da görünmeyen usta gayretlerle bir savaşın önüne geçilmiş oluyor:
“Bölgemizde son dönemde ardı ardına yapılan hatalar, mezhepçi tutumlar ve dış müdahaleler küresel barış ve istikrarı tehdit eder hâle gelmiştir. Özellikle komşumuz Irak’ın gerilim, istikrarsızlık ve nüfuz elde etme alanı haline gelmesinden büyük endişe duyuyoruz.
Kasım Süleymani’ye ve beraberindekilere yönelik saldırı, yeni gerilim ve çatışmaları tetikleyecektir. Türkiye olarak tarafları sağduyu içinde hareket etmeye davet ediyoruz. Bölgesel ve küresel barış için diplomasinin tüm imkânlarını kullanmaya devam edeceğiz.”
9-10 Ocak günlerinde, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı sayın Mevlüt Çavuşoğlu da Bağdat’ta bulunuyordu. Sayın Çavuşoğlu da “Irak halkını ve devletini geçirmiş oldukları bu zor günlerde yalnız bırakmayacağız” şeklinde mesaj verdi.
Türkiye kendi kimliği ile yürümeye devam ediyor. Dünyaya iyi gelecek olan medeniyet ve dil, Türkiye’nin topraklarında gizlidir.
Küresel şiiri yazmak… Kafiyesi tam da burada saklı.