Küçücük bir çocuk, adeta isyan ediyor, “Babamın hakkını verin” diyor.
Ermenekli bir madencinin çocuğu direnişin 56. gününde, “Okula gidiyorum, babam cebime 5 kuruş koyamıyor. Babamın hakkını verin” diyerek haykırıyor yetkililere.
Ermenek ve Somalı madencilerin, ücret ve tazminatlarının ödenmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınması için başlattıkları direniş devam ediyor.
Madenciler ne diyor?
“Artık sabrımız kalmadı, bizim sorunumuzu çözün. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri olmadığını bağıra bağıra anlatmamıza rağmen şu an Seba Madencilik olduğu gibi çalışmaya devam ediyor. İşçi arkadaşlarımıza ‘Biz sizi çağırmadık, siz kendi rızanızla geldiniz’ diyerek kağıtlar imzalatmışlar. Şu anda başlarına bir iş gelse, ‘Biz çağırmadık kendi rızalarıyla geldiler’ diyecekler. Yetkililere sesleniyoruz, hangi insan bile bile ölüme gider? Bu insanlara yeraltına inmeleri için kağıt imzalatmışlar, çalışmak istemeyenleri de ‘Çıkışını vereceğiz’ demişler. Bu sorunların çözülmesi için bir 18 kişinin daha hayatını kaybetmesini mi bekliyorsunuz?”
Benzer durumdaki Somalı madenciler da Kırkağaç Çamı’nda beklemede.
Herkes madencilerin ne kadar zor şartlarda çalıştığını, aldıkları maaşı nasıl hak ettiğini bilir…
Her madene indiklerinde ölüm-kalım savaşının galibi oldukları sürece ekmek parası kazanabilirler.
Bir madenci çocuğunun ağzından çıkan o sözcükleri duyduğumda içimden bir parça koptu.
İrkildim…
“Dram yaşayan ailelere belki bir yenisi eklendi” meselesi değildi bu.
Küçücük bir çocuğun babasına yapılan haksızlığa karşı isyandı...
Haksızlığa karşı bir çığlık...
Küçük bir çocuğun okula harçlıksız gitmesine razıysak...
Empati kuramıyorsak…
Televizyonda seyredip hiçbir şey olmamış gibi kanal değiştiriyorsak…
Soframızda şükredip, olan biten karşısında duyarsız kalıyorsak…
En azından “Şu madencilerin derdi neymiş, niye yürüyorlar, niye yollara dökülmüşler?” diye merak etmiyorsak…
Tazminatları, alacakları neden verilmiyor? diye sormuyorsak…
…………………………………
Bu boşluğu siz doldurun…
Artık duyarsızız…
Gamsızız…
Bana neciyiz…
Gemisini kurtaran kaptanız…
Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncıyız…
İyi, güzel de…
Bir gün ipin ucu sana da bana da değerse eğer…
Büyük şair Nazım Hikmet’in “Akrep Gibisin Kardeşim” şiirinin son satırında dediği gibi…
Kabahat senin, demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!