Tehlikenin farkında mısınız?
Birkaç sene içinde Eskişehir ile ilgili serzenişlerimiz başka bir boyuta geçti.
Yakın geçmişe kadar şehrin değerleri, potansiyeli, kaynakları üzerinden konuşuyorduk.
Yapabilecekken yapamadıklarımızdan yana dertliydik.
Daha iyisini üretememekten, daha iyi pazarlayamamaktan, daha çok yapamamaktan şikâyetçiydik.
Ancak kör bir umut ve onu besleyen kaynaklar, değerler vardı bu serzenişlerimizde.
Yani “Su akar Eskişehir bakar” diye şikâyet ederdik.
Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama sihirli bir el değmiş gibi değişti her ŞEY…
Birden suyun akmadığını, gölün kurumaya başladığını fark edip hayıflanmaya başladık.
Umutlarımız, hayallerimiz, yarınlarımız rahatça gidiyor ve gariptir ki biz bu gidişi öylece izliyoruz.
Teslim olmuş gibi, kader deyip boyun bükmüş gibi, basiretimiz bağlanmış gibi hissediyoruz.
126 yıllık Tülomsaş’ı söküyorlar şehrin kalbinden şehir uykuda.
Anadolu Üniversitesi’nin bütçesi Ankara’ya bağlanıyor, kimseden çıt yok.
Açıköğretim Fakültesi Eskişehir’den taşınacak diyorlar ciddiye alan yok.
Termik santral, Siyanür Barajı, Maden sahalarından yani şehrin en büyük nimeti olan tarım arazilerinden falan bahsetmiyorum.
Hatta Sanayi teşviklerinde komşularla Eskişehir arasındaki farkı falan konuşmuyorum.
Havalimanı olup devletin uçak seferi olmayan nadir illerden birisi olduğumuzdan bahsetmeye ise hiç gerek yok.
Hatta Eskişehir’de yaşamadığı halde tüm bunlara imza atanları Eskişehir’de yaşayan ve yaşayacak olanların savunmasının ne kadar garip kaçtığına da girmeyeceğim.
Geçmişi bıraktım daha birkaç gündür ciddi bir iddia var Eskişehir ile ilgili
123 Hektarlık devasa TCDD arazisinin imar değişikliği için ihaleye çıktığını haber alıyoruz. Yani şehrin ortasında büyük bir rant kokusu ile üretim adına yeni kaygılar var oluyor ama bu konuda merak eden, itiraz eden, nedir, ne değildir umursayan bile çok az.
Sosyal bilimci değilim ama yumurtadan anlamak için tavuk olmaya gerek yok. Kimileri Eskişehir’in sorunu bence “Kırık Cam Teorisi”
Bu teori suç psikoloğu Philip Zimbardo tarafından yapılmış bir deney sonrasında ortaya çıkmış.
Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci kırılan bir tek cam ile başlıyor. Çevredekiler tepki göstermez ve cam onarılmaz ise devamı da geliyor. Bölgeden geçenler orada bir otorite olmadığını, itiraz eden kimse bulunmadığını görerek binanın diğer camlarını da kırmaya başlıyor.
Sonrasında ise daha büyük vukuatlar, suçlar ile polisin dahi giremediği bir mahalle oluşuyor.
Yani ilk cam kırıldığında, uygunsuz yere ilk çöp döküldüğünde, hatalara, kusurlara itiraz olmadığında ortaya çıkan tablo pek iç açıcı değil.
Ben Eskişehir olarak işin suç kısmından ziyade otorite boşluğu ve sonucuna odaklandım.
Çünkü biz geçmişte kırılan cama itiraz etmedik. Dökülen çöpe tepki göstermedik.
Hatta tepki gösterene kızdık, ağzımızın tadı bozulmasın dedik.
Kimileri camlara taş atanları gerekçelerle savundu. Burada uçak seferi olmaz, Üniversite parayı kullanamıyor, sıcak su derecesi termale uygun değil gibi …
Birileri de baktı ki Eskişehir’de itiraz zayıf, otorite( İktidar Gücü) yok, ortam müsait diyerek başladı diğer camları kırmaya.
Şimdi kırılan camları onaracak mıyız? Teslim olmaya devam mı edeceğiz?
Yapamadıklarımızdan mı şikayet edeceğiz, yapma imkanımızın kalmadığı değerlerden mi?
Seçim bizim.
İyi bir camcı buluruz ama camı kıran kadar ona taşı vereni de bulmamız lazım.