Ligi 5. Sırada bitirmiş Avrupa kupasına gitmiş, St Johnstone ve Marsilya ile standartları uymasa bile eski Atatürk Stadyumunda maç oynama keyfi yaşamıştık.
Başkan Halil Ünal 2. Başkan Mesut Hoşcan’dı.
Halil Ünal gitsin, kötü, fena diye demedik söz bırakmadık.
Mesut Hoşcan efsane, harika, mükemmel diye omuzlarda getirdik.
Halil Ünal yönetimindeki herkesin istisnasız içinden geçtik.
Detayına girmeyeceğim. Yanlışlar, hatalar, eksikler derken Eskişehirspor küme düştü.
Mesut Hoşcan gitsin, bıraksın, şehri terketsin diye demedik söz bırakmadık.
Mesut Hoşcan yönetimindeki herkesin istisnasız içinden geçtik.
Sonra daha önce içinden çokça geçtiğimiz Halil Ünal’a açtık kollarımızı.
Aman Başkan, canım başkan derken yine omuzlarda getirdik kongre salonuna
Bize bir deli lazım diyerek günah çıkardık, bu işi sen becerirsin dedik.
Göztepe finaline kadar bizi bir arada tutan umuda sarıldık.
Penaltılardan birinin kaderiyle Halil Ünal’ı yine kötü adam ilan ettik.
Yine Halil ve yönetiminin içinden geçtik.
Bir kez daha kongre yolu gözüktü, aday bulacağız diye can çekiştik.
İşler karıştı, yük büyüdü, taşımak zorlaştı.
Sinan Özeçoğlu’nu kestirdik gözümüze bu kez.
Aziz Bolel dedik, 65 ruhu dedik, mükemmel insan dedik, baştacı ettik ilk zamanlar
Aradan 3 ay geçmeden çatlak sesler yükselmeye, vefasızlık hastalığı kendini belli etmeye başladı.
İstifa kararı ile birlikte Sinan Özeçoğlu’nun da, yönetiminin de içinden geçen cümlelere tanık olduk.
Sonra yine kongre, yalvarmalar, yakarmalar, yeminler, antlar, ne olur sesleri arasında
Yandık Halil Ağa sen gel yönet bu işi dedik.
Bu kez Halil Ünal’ın da nefesi yetmeyecek gibiydi.
Para daha çok yok, imza almak daha imkânsız, yürütmek imkansız gibiydi
Kahvaltılığı olmayan, maç parasını ödeyemeyen, transferi açamayan bir kulüp olduk
İcra kurulu ile işi götürmeye, sinekten yağ çıkartıp umut ekmeğini katık yatmaya başladık.
Yine Halil Ünal ve yönetimine demedik söz bırakmadığımız bir senaryo ile karşılaştık.
Sonra Kaan Ay ile Mustafa Topkaya’nın aday olduğu yıllar sonra ilk kez kullandığımız geleneksel kongreler sürecine başladık.
Kaan Ay’ı Halil Ünal, Mustafa Topkaya’yı Mesut Hoşcan ile Sinan Özeçoğlu destekliyor dedik. Oy verirken de kime yakın olduğumuzu ya da kimi daha çok sevmediğimizi düşünerek oy kullandık. Kafalar çok karışıktı.
Transferi ucundan açtık, lisansı zorlukla aldık falan derken bir süre gidebildik.
Sonra zar zor tutunduğumuz lig de aşina eleştirilere, çatlak seslere, kişiler üzerinden tartışmalara başladık.
Bu kez de Kaan Ay ve yönetiminin içinden geçtik.
Sonra Osman Taş diye birini tanıdık, ona sarıldık, onunla umutlandık.
Çok para, çok destek, çok çare, herşeyden daha çok lazımdı.
Sabır edecek yerimiz de olmayınca Osman Taş’ın ve yönetiminin içinden geçmemiz de uzun sürmedi.
Tüm bunları yaparken kendimizi siper edip suçu hep birilerine atmayı da ihmal etmedik. Suçu tribün liderlerine, iyi niyetiyle yöneticilik yapanlara, tek hatası olmayan hatta çok fedakar olanlara da attık. Duyduğumuz her sözden, okuduğumuz her twetten etkilenip bolca konuşup 5 bin kombine almadık.
Organizasyon hatalıydı, dilenmek yanlıştı falan ama 3 bin forma alamadık.
Üyelik açılsın dedik ama bin tane yeni üye yapamadık. 240 TL aidat ödemekten imtina ettik. 3 dönem ödemediği için Eskişehirspor kaderini tayin eden 500 kişi üyelikten çıkarıldı.
Hatası olan, yanlışı olan, eksiği olan herkesin içinden geçtik ama kendimizi eleştirirken çok cimri olduk.
Osman istifa diyen 10 bin sosyal medya paylaşımı okudum ama kongreye gelen 100 kişi yoktu.
Çare Sinan Özeçoğlu diye yazan 100 bin paylaşım oldu ama bin kişi ile şehirde yürüyemedik.
Çok üzülüyorum ki Mehmet Şimşek, Selim Demircioğlu, Tamer Yavuz gibi zor gün dostu adamları bile kırdık, yalnız bıraktık yetmedi hakaret edene bile rastladık.
Türkiye’nin en iyi tribünüyüz, en çilekeş, en vefakâr, en efsane kitlesiyiz buna kimse la diyemez.
Lakin birbirimizi bile kırar döker hale geldik beyler.
Kimsenin niyetinden, kalbinden, isteğinden şüphemiz yok. Ama bazen sevdiklerimize nasıl zarar veriyorsak, içimizde kendimize dair sebeplerden ortak sevdamıza da zarar veriyoruz.
Durumu anlatmaya gerek yok.
13 Ekim’de geri dönülmez yolda olacağız. Ya yeni bir yol bulacağız, ya da yoldan çekileceğiz.
Seçme, eleştirme, beğenmeme, olmaz deme, destekten yoksun bırakma, kin, intikam, geçmiş diye hiçbir mazeretimiz yok.
Kendimizi eleştirmek ve biraz seçerek konuşmamız lazım. Hevesi olanları yıpratmadan, gözünü korkutmadan, kucaklayarak konuşmamız lazım.
Çünkü Ama’sız sevmek için başka bir gün yok.
Bırakın günleri, saatler bile sınırlı.