“İtibar” Kıssası
Bir hikâyesi var Anadolu’nun ve bu hikâye bazen siyasi partilerde bazen sivil toplum kuruluşlarında, bazen basın yayın organlarında bazen de dergilerde kendisini gösteriveriyor. Özellikle dergilerde ve gazete köşelerinde, hem hikâyeler yansıyor ve hem de kendileri hikâye olup yarına uzanıyor.
Sürekli takip ettiğimiz, büyüklerimizin - kardeşlerimizin emekleri ve Sayın İbrahim Tenekeci ağabeyin öncülüğünde bir yürüyüş olan İtibar dergisi de bunlardan-dı. Muhiti itibariyle en öncülerinden-di. Dergilerden bir dergi idi de lakin, dertlilerden çok dertliydi. Derdi matbu olunamaz bir arz-ı hâldi hasılı.
Şimdi İbrahim Tenekeci ağabey bu yazıyı okur mu, bilmem. İçimdeki his okuyacağı yönde.
Neresinden tutup da nasıl yazacağımı da bilmiyorum. Burada sayın Kemal Faruk’tan yardım istiyorum. Cengiz Numanoğlu üstadın sözlerini yazdığı “Sana’dır” ezgisine el uzatıyorum. Zira tam bir tevafuk hasılı, bu ezgiye kulak verdiğim anlarda son dönemde iki göç ve yol hikâyesine şahit oldu. Sözlerini yazının sonuna bırakalım, bu yazıyı okurken dinlemeniz için “tavsiye”den öte ancak “rica”dan ziyade temennimizi de yüreklerinize niyaz edelim. Hani şu bahsi geçen iki “göç hikayesi” nelerdir, hemen onları bir yazıverelim:
Birincisi sayın Şule Yüksel Şenler Hanımefendi’nin Hakk’a yürüyüş haberidir. O gün tam bu haberi okuduğum an bu ezgi kulaklarımda çalmaya başlamıştır.
İkincisi de sayın İbrahim Tenekeci ağabeyin Ekim ayı itibariyle İtibar Dergisi’nin son sayısını yayınlayarak bu yürüyüşe son verdiklerini sosyal medya hesabından duyurmasıdır.
Efendim…
Dedik ya... Bir hikâyedir Anadolu. Bebekliği yenice geçmiş çocukların Bayburt’tan, Kars’tan, Yozgat’tan, Kahramanmaraş’tan, Erzurum’dan, Rize’den, Sivas’tan, Diyarbakır’dan, Trabzon’dan, Konya’dan…
İstanbul’a göçerek babalarını belki Kocasinan yahut belki Çobançeşme kabristanına defneden orta yaşlı gurbet kuşlarının…
Tuna Nehri “akmam” deyip dirense de çağlarca, trenlerin vagonlarında kemik kıran hikayelerini sırtlanarak Balkan ovalarından Trakya ve Anadolu’ya akarak öz yurdunda gurbete inip parya kalanların…
Beyazıt Meydanı’nı mecmua kapaklarından görüp dar ve dik sokaklarında kendi şehirlerinin, bir İstanbul aşkına tutulan talebelerce mavi trenlerden Haydarpaşa’ya inenlerin…
Esenler otogarının küflü duvarlarını sabaha karşı karanlık dibinde görüp ürken ve geleceğe ah eden civanların…
İbrahim ağabeyden nakil ile “Beş kişiye iki buçuk saat konuşma yapıp, iki kişiyle cemaat olan” yiğitlerin sancak açtığı davaların…
Hikâyesidir Anadolu.
Ve bu hikâyede karınca hâliyle, ıssız sözsüz odalarında öksüzlerin cılız masa ışıklarında yüreklerine yoldaş olup gönül ufuklarında çığırlar açan…
Bir Süleymaniye avlusunda sözleşip yürüyüşe çıkmanın sade asilliğini ruhlarına nakşederek, geceyi gündüz gündüzü şafak belleyip, Hz. İbrahim’den miras devrim bahtını çile boyutlarında satır satır şiirlerce gökkubbe’de nakşederek “itibar”ın anlamını sekiz yıl doksan yedi sayıda bizlere öğreten tüm öncülere yüreğimden teşekkür ediyorum. Feryadının nezaketine hayran olduğum, mürekkebi Eylül kokulu İbrahim ağabey…
Yüreğimiz yansa da… Şahidiz. Yürüdünüz. Bu nihayete bir damla yaş düşmüşse gözümüzden, hepsi helal olsun. Bırakın o kadar da olsun…
Ve işte hani bize sırdaş olan o ezginin sözleri:
(Sana’dır)
Küle döndüm amma, közde yanmadım,
Bir gönül ki, böyle yanar sanmadım,
Pınarlardan, içtim içtim kanmadım,
Anladım ki; susuzluğum Sana’dır.
Yollarına, ömür serdim dolaştım,
Toz toprağa, çamurlara bulaştım,
En sonunda, menzilime ulaştım,
Anladım ki; bu çileler Sana’dır.
Yollar gördüm, aşk peşine düşeli,
Eğri, doğru, dönemeçli, köşeli,
Yollar gördüm, sabır taşı döşeli,
Anladım ki; bütün yollar Sana’dır.
Söz: Cengiz Numanoğlu (bin teşekkürle)
Müzik: Kemal Faruk (bin teşekkürle)
Dedik ya, bir hikâyedir Anadolu. Şu fakir yazıda, birbirine görünmeyen bağlarla şahit olan yolların bozkırın bir ücra köşesinde vukuu eden kavşağının nakşına niyet edilmiştir… Çay duyar, Allah bilir… Vesselâm…