Anayasa’nın vazgeçilmez ögelerinden bir tanesi ve en önemlisi ifade özgürlüğüdür. En geniş anlamda ifade özgürlüğü bir düşünce, inanç, kanaat, tutum veya duygunun barışçıl yoldan açığa vurulmasının veya dış dünyada ifade edilmesinin serbest olması demektir. Demokrasi ile yönetilen devletler, her şeyin başına bu serbest olma olgusunu yerleştirir. Yani bir kişinin yaşadığı toplum içerisinde her şeyi yasal sınırlar içerisinde anlatmasıdır.
Bir kişinin kendisini nasıl dışa anlattığı önemlidir. Bu konuda kullandığı bütün olgular kendisine aittir. Özgürlüğün bir tezahürü olan bu anlatım ülkemiz içerisinde geniş bir ifade özgürlüğünü yansıtır.
İfadenin açıklanması bu anlamda bir özgürlük kullanma biçimidir. Yaşadığınız ülkenin yönetim şekli ile doğrudan alakalı olan bu kavram, size özgürlük hakkı tanır. İfade özgürlüğü, hakarete ve suç unsurlarına dayandırmadan istediğiniz, arzu ettiğiniz inanç ve değerli savunmanın bir yoludur.
Gazeteci SEDEF KABAŞ, geçtiğimiz hafta bu özgürlüğünü kullanmak istediği için TUTUKLANDI. Gazeteci KABAŞ, bir televizyon programında kullanmış olduğu bir atasözüne istinaden TCK. 299. Maddesinde düzenlenen Cumhurbaşkanına Hakaret suçundan dolayı Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildi ve tutuklandı. Hatta gece yarısı evinden alınıp, kelepçelenerek ifadeye götürüldü. Normalde davet usulü kapsamında çağrılması gerekirken yangından mal kaçırırcasına Sayın KABAŞ’ı apar topar ifadeye götürdüler. Burada yapılanın GÖZDAĞI olduğu açık. Hukukun içinde hukuksuzluğun kol gezdiği ülkemizde bunların olmasını normal karşılar olduk. Sesimizi çıkaramaz olduk. Ya da KORKAR OLDUK!
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. Maddesi, tutuklama nedenlerini tek tek belirtmiştir. Bu nedenlerden herhangi birinin söz konusu olayda olmamasına rağmen sırf GÖZDAĞI vermek amacıyla tutuklamanın gerçekleşmesi hukuki bir garabetin olduğunu gözler önüne sermektedir. Sayın KABAŞ’a yönelik herhangi bir kaçma emaresinin olmaması, delilleri yok etme gibi bir durumun olmaması,(delil olarak ortaya konulanın zaten bir televizyon programı olduğu ve kayıt altına alındığı) isnat edilen suçun katalog suçlardan olmaması olayda tutuklamanın olmaması gerektiği zaruriyetini ortaya koymaktadır.
Yapılan işlemin hukukiliğini bir tarafa bırakın, yıldırma ve korkutma amacıyla gerçekleştirildiği olay sonrasında hükümet temsilcilerinin (Adalet Bakanı, T.C Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı, TBMM Başkanı) açıklamalarından da anlaşılmaktadır.
Cumhurbaşkanına Hakaret suçundan dolayı ülkemiz, İFADE HÜRRİYETİNİN KISITLANMASI bağlamında AİHM tarafından her yıl onlarca kez tazminata mahkum edilmektedir. Böylesine sıkıntılı bir maddenin uygulanabilirliği bile tartışılırken, biz hala gazetecilerin, üniversite öğrencilerinin ve onlarca vatandaşın bu maddeden yargılandığına şahit oluyoruz.
TCK’nun 299. maddesinin, son düzenlemelerle Cumhurbaşkanının partili bir Cumhurbaşkanına dönüşmesi sonrasında uygulanamayacağı artık ortadadır.
AİHM, Vedat Şorli davasında vermiş olduğu kararında CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇUNUN artık ülkemizde uygulanmaması gerektiğini bir kez daha vurguladı.
Mahkeme, bir devletin, cumhurbaşkanının itibarını korumayı amaçladığında, cumhurbaşkanı hakkında görüş beyan etme ve haber verme hakkı konusunda kendisine herhangi bir imtiyaz ya da özel bir yasal koruma sunamayacağını belirtti.
Vedat Şorli’nin Facebook paylaşımları sonrası gözaltına alınıp yargılanmasını meşru gösterecek hiçbir bulgu olmadığı sonucuna varan AİHM, tam tersine, Şorli hakkındaki yargı kararını, davacının ifade özgürlüğünü kullanma hakkı üzerinde caydırıcı bir unsur olarak gördü.
Hakaretle ilgili olarak Cumhurbaşkanı'nın özel bir yasayla korunmasının AİHS’nin ifade özgürlüğüne ilişkin maddesiyle bağdaşmadığına kanaat getiren AİHM, bu tespitten yola çıkarak benzer davaların tekrarlanmaması amacıyla TCK 299’un AİHS ve AİHM’nin yerleşik içtihadı ile uyumlu hale getirilmesini istedi.
Böylesine bir durum tespiti mevcutken, biz neye karşı GÖZLERİMİZİ KAPATIYORUZ!
İŞİMİZE GELMİYOR.
KORKU YAYILIYOR.
TCK 299. MADDESİ ARTIK BİR “GÖZDAĞI” HALİNE DÖNÜŞMÜŞTÜR.
Biz hukukçular çok defa söyledik yine söylüyoruz!
Cumhurbaşkanı’na Hakaret suçu tutuklama gerektirmez. Hatta demokratik hukuk devletinde Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu diye bir suç OLMAZ!
Bizler, özgür bir Türkiye'de nefes aldığımızı görmek istiyoruz. Bunun için demokrasiyi yaşatmak zorundayız. Demokrasiyi yaşatmak istiyorsak düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne sahip çıkmalıyız. Basın özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldırmak zorundayız.
Peki, basın özgürlüğünü kötüye kullanan kalem sahipleri olursa ne yapacağız? Bunun cevabını da Mustafa Kemal Atatürk vermiş: “Basın özgürlüğünden doğan sakıncaların giderilme aracı, yine basın özgürlüğüdür.”
Aksi halde, özgürlükçü, halkı bilgilendirme sorumluluğunu taşıyan bir medyanın eksikliğinin bedelini, önü alınamaz toplumsal patlamalarla ödemek zorunda kalabiliriz.
Böylesine bir yazıyı Uğur Mumcu’yu anmadan sonlandırmak haksızlık olur.
Halkın gerçekleri öğrenmesinden korkan karanlık güçler tarafından katledilen gazeteci yazar ve hukukçu Uğur Mumcu’yu, fikirleriyle ve eserleriyle toplumu aydınlatmaya devam ettiği ölüm yıl dönümünde saygı ve rahmet anıyoruz.