Birkaç dakikanız varsa sizinle dertleşelim bugün. Kendimize acı bir kahve ısmarlayıp ezcümle ile Anadolu Üniversitemizin zihinsel dönüşümünden bahsedelim.
Biraz üzgün, sinirli ve suçlu hissediyorum kendimi.
Anadolu Üniversitesi ile ilgili güzel düşüncelerin, toz kondurmadığımız aidiyet duygusunun ve sürekli ivme kazanmış beklentilerimizin birkaç senede geldiği hale bak.
Kısa süre öncesine kadar sarıp sarmaladığımız, gönlümüzün en kıymetli yerinde olan koskoca Anadolu Üniversitesi şimdiler de hem gönüllerden, hem de Eskişehir’den koşar adım uzaklaşıyor.
Yalan yok, bir ara çok umutlanmıştık.
4,5 sene öncesiydi. Dönemin rektörü Naci Gündoğan üniversite arka cephesini baştan sona saran garabet duvardan kurtarıp “cezaevi değil, bilim yuvası” şeffaflığı için harikulade bir adım atmıştı.
Hevesimiz kursakta kaldı. Birkaç rektör ile birlikte yıkılandan daha büyük, daha devasa, yıkılması imkânsız duvarlar örüldü şehir ile Üniversite arasına.
Güvenlik dendi, otopark yetersizliği dendi, altı doldurulması zor gerekçeler ve cılız itirazlarla sadece 1 sene içinde Anadolu Üniversitesi başka bir şeye dönüştü.
Bırakın sıradan bir vatandaşı, bir öğrenci, akademisyen, üniversite çalışanı için bile giriş çıkışın eziyete döndüğü bir kampus ortamı oluşturuldu.
Eskişehir insanına “siz gelmeyin, siz girmeyin, burası başka bir dünya ve sizin yeriniz yok” dendi.
Çok ilginç atamalar olmaya başladı. Başta Hukuk Fakültesi olmak üzere birçok bölümde liyakat sorgusu, vefa sızısı, niyet okutan atamalar yapıldı.
Biz içeri giremesek bile bu çöküş süreci gizlenemedi. Zira dışarı çıkanlar da epey fazlaca oldu.
Bilgi akışının merkezinde tek bir yer, tek bir birim olmaya başladı.
Anadolu Üniversitesi mi? Sodigem Üniversitesi mi diye düşündürecek kadar tek yönlü bir bilgi akışı vardı.
Üniversite mi yoksa MİT mi diye karıştırmaya başladık. Tüm varlığı ve çabası FETÖ avcılığı yapmakmış gibi bir misyonu oldu üniversitenin. Ve ilginçtir bu misyonla hareket eden kadroda FETÖ’nün dershaneleri kapattırmayız diye mücadele ettiği dönemlerde başı çeken isimler dahi vardı.
Tabi tüm bunlar yetmezmiş gibi kısa sürede Üniversite ve Eskişehir adına çok ciddi mali kayıplar olmaya başladı.
Açık öğretim fakültesinde biriken paraya YÖK tarafından el konuldu. Bundan sonra bu paraya arada sırada değil sürekli el koymak adına hamle yapıldı.
Şehir ekonomisine doğrudan ve dolaylı katkı yapan Döner Sermaye katkısı da sizlere ömür oldu.
Hatta sadece parası değil Açık öğretim fakültesinin de yakın gelecekte Ankara’ya taşınacağı ile ilgili iddia da bir türlü yalanlanmadı.
Sonra pandemi dönemi içinde Rektör Şafak Çomaklı’nın beklenmedik istifası geldi. Şehirde bu istifaya sevinen ve umutlanan fazlaca insan oldu.
Ara dönemde giriş çıkışlar rahatladı, Üniversite mi, Pentagon mu diye düşündüren sistem biraz gevşedi ve umutlandık.
Yeni atanan Rektör Fuat Erdal ile uygulamadan tamamen vazgeçilir. Üniversite yine şehirle bütünleşir diye ümit ettik. Fuat hoca muhtemelen yakın geçmiş ile ilgili brif alır ve aynı hataları tekrarlamaz diye umduk.
Ancak yine umduğumuz değil bulduğumuz tablo ile karşılaştık.
Birkaç önce bir Akademisyen isyan ediyordu Anadolu Üniversitesi’ne… Dikkatime çekti.
Bir etkinlik için davet edildiği halde, Akademisyen olduğu halde kendisine çıkartılan zorluk karşısında nutkum tutuldu.
Bir daha gelmem demekte ki haklılığına itiraz dahi edemeyecek olmanın garabeti fazla fenaydı.
Çok üzüldüm, çok sinirlendim, paylaşayım istedim sizlerle.
Eskiden sadece okumak için istediğin bölüme girmek zordu Anadolu’da…
Şimdi ise istediğin bölümü kazanmak kolay ama okuduğun Üniversite’nin kampusuna girmek zor.
Bilirsiniz girişte bizim Yunus’un sırtında odun taşıyan bir heykeli var ve altında o meşhur sözü “ Bu Dergaha Yamuk Odun Bile Giremez” diyen… Birileri ise o yazıdan tek satır almışlar “GİREMEZ”
Taktir sizlerin olsun…