Afranur Kısa Memişoğlu yazdı...
“Her şeyin duygusal sorumluluğu bende gibi hissediyorum.”
Bu cümleyi çoğunlukla kadın danışanlarım kuruyor. Ama mesele sadece bir cinsiyet meselesi değil. Bu, ilişkiler içindeki görünmeyen yüklerin meselesi. Duygusal emek, çoğu zaman konuşulmayan, ölçülemeyen ama hissedilen bir yük. Eşinin ruh halini takip etmek, tartışmaları başlatan ya da sonlandıran olmak, çocukların duygusal ihtiyaçlarını fark etmek ve eşlerin arasındaki duygusal bağı ayakta tutmak… Bunlar çoğu zaman kendiliğinden, adı konmadan bir kişinin görevine haline geliyor.
Peki, neden bu yük çoğunlukla bir kişide toplanıyor?
Çünkü çoğu çift, ilişkiyi birlikte kurmuş olsalar da, duyguların yönetimini bir yük gibi görüyor. “Ben böyleyim” cümlesiyle duygusal geri çekilmeler, iletişimden kaçınmalar ya da duyarsızlaşmalar normalleştiriliyor. Oysa ki ilişki, karşılıklı bir sistemdir. Bir tarafın duygusal olarak aktif kalması, diğer tarafın pasifliğini sürdürebilmesine imkân kılar.
Seanslarda en çok çalıştığımız konulardan biri de bu duygusal emeğin dengelenmesi oluyor. Eşlerden biri yalnızca konuşan, düşünen, çözüm üretmeye çalışan kişi olmamalı. Diğeri ise yalnızca duyan, geri çekilen ve çoğu zaman da “sorun yokmuş gibi davranan” rolünde kalmamalı.
Duygusal emek bir paylaşımdır. Tıpkı ekonomik sorumluluklar gibi. Ve paylaşılmadığında, zamanla yorgunluk, kırgınlık ve kopmalar getirir.
Seansların bir yerinde şu soruyu sormayı seviyorum:
“İlişkinizde duygusal olarak kim daha çok çalışıyor?”
Bu soru, belki ilk anda suçlayıcı gibi gelebilir. Ama aslında ilişkideki görünmeyen dengeleri ortaya çıkarmak için güçlü bir adımdır.
Çiftlere tavsiyem şu: Duygular da bulaşır, duygular da yorulur. Birbirinizin yükünü görmekten kaçmayın. Empati yalnızca zor zamanlarda değil, gündelik ilişkide de var olmalı.
İlişkiler, sadece sevgiyle değil; emekle, özellikle de duygusal emekle yürür.