Emine Girgin yazdı...
Bu şehrin ışıltısını seviyorum diyerek paragrafıma giriş yapardım tabi bir ay öncesine kadar. Bir makale yazardım yaklaşık 3 sayfa. Geçen hafta kaleme aldığım “ilişkilerde sponsorluk dönemi” başlıklı makalemden güzel dönüşler aldım. Ee tabi çok sevdiğim bir arkadaşımdan da sitem!
“Biz alıştık dolu dolu yazmana bu sefer çok kısa olmuş” dedi. Haklıydı. Aslında daha üstünde durulması gereken bir konuydu bu ama bir aydır şehrin ışıkları sönmüş gibi inanın. Siyasi açıdan görüyorsunuz zaten durumları, konuşsan olmuyor sussan gönül razı değil. Gündem bu kadar yoğunken bende oturup aşk meşk diyemedim size. Bayram öncesi gündemi değerlendiren bir yazı yazdım, haberlere bir bakıyorum gazeteciler evlerinden gözaltına alınıyor vs. Vallahi sabah sevgili müdürüm Cihan Yıldırım’ı aradım. “Yazıyı silelim, ben daha evlenip çoluğa çocuğa karışacağım gözünü seveyim, olaylara değil” Korktum ne yalan söyleyeyim. Oda haklı bulduğu için ikiletmedi sağ olsun. Nasıl bir ülke olduk, neler yaşıyoruz inanın çok üzülüyorum.
Ah kızım sen hakkından geleceğin şeyleri yaz zaten. Senin alanın aşk, ilişki, ihanet, entrika, kaos.. Gel sen bunları analiz et diye kendi kendime konuşup kafamın içinden geçirirken birden telefon geldi. Arkadaşımın bozuk sesini telefonun bir ucundan anlayabiliyordum. Görüşme teklifini bu sebeple reddedemedim.
Ex’ten Next olurmuş diyordum ya hani. Eski sevgilisiyle geçmiş dönemde ilişkilerinin bitmesinin sebebi erkek arkadaşının iletişimde sorunlar yaşaması. Yani nasıl oluyor bu diyeceksiniz tabi haklı olarak. Arkadaşım erkek arkadaşından gideceği geleceği yerlerin haberini vermesini istiyor, ilişkinin olmazsa olması sabah günaydınlar akşam iyi geceler demeler, ya da buluşunca oturup doya doya sohbet edebilmeler..
Adam bir haber verse 3 vermiyor. Bir günaydın dese 5 yok. Buluştuklarında biraz sohbet etse telefona gömülüyor! Bu ilişkiye yeniden şans veren arkadaşımsa bana dedi ki “hani exten next oluyordu?”
Düzelir belki diye yola çıktı ama yolda kaldı. Yani aslında bu düzelmekte değil ya. Ben her zaman şuna inanıyorum, eğer birini seviyorsan önceliğin o oluyor. Saçma sapan bahanelere sığınmıyorsun. Zaten bir kere içinden aramak sormak geliyor. Buluştuğunda tek odak noktan o oluyor. Adam tekrar neden barışmak istedi tartışılır ama istemediği yani odağında olmadığı aşikâr.
Peki, ben tezimde yanılmış mıydım?
Sahiden exten next olmuyor muydu? Bunu bende yaşadıktan sonra analiz edebilecektim. Ben o makaleyi yazarken birbirini çok üzmemiş, hala oluru olan çiftleri göz önünde bulundurarak yazmıştım. Belki demek istediğim şey bir yarım kalmışlıktı.
O yüzden bilemiyorum. Bende ilişkimi iyice analiz ettikten sonra yorumlayabilirim. Bende siyasete ne kadar bulaşmayı istemesem de benim erkek arkadaşım siyasetin göbeğinde.. Hem ex hem next hem siyaset anlayacağınız..
Kafam allak bullak inanın ki..
O da tam bir işkolik. Düşmanı çok, nazarı çok.. Ve ben Emine Girgin!
Bir oğlak kadını olarak inadımla meşhurum ama bazı yerlerde o boynuzlarımı gösteremiyorum işte. Hem gösterdiğim zamanlarda o göremiyor. Çok başka savaşların içindeyken bir de benimle savaşmayı beyni kabul edemiyor. Haklılık payının olduğu yerler olsa da bizler duygusal varlıklarız. Ama bu bir ilişkiyse ben değil biz olarak bakabilmek lazım her zaman. Anlayış ve hoşgörü olduğu sürece yürümeyecek hiçbir şey yoktur diyorum ben.
Her neyse, bizi daha sonra yine konuşacağız zaten. Gelelim günümüz ilişkilerinde değişen rollere!
Bir düşünün… Son konuştuğunuz erkek size ne dedi?
“Ben artık ilişkilere güvenmiyorum, kalbimi kırdılar.”
Sonra biraz duraksayıp şöyle mi devam etti:
“Sevilmek istiyorum… Değer görmek istiyorum… Bana ilgi gösterilmiyor.”
Hadi ama… Bu cümleleri yıllarca biz kadınlar kurmadık mı?
Toplumsal roller kavramı günümüzde sıkça tartışılan bir kavram oldu. Bu kavram tartışıldıkça yeni kavramlar da insanların dilinde gezer oldu. “Prensesleşen erkekler, erilleşen kadınlar” gibi.
Kadınlar artık ayakta, savaşta, yolda… Güçlü, net, kararlı. Erkekler ise kırılgan, beklenti dolu ve bazen bir “prenses” kadar nazlı. Ne oldu bize?
Eril ve dişil enerji birbirine mi karıştı yoksa toplumun baskılarıyla roller değişirken biz de aşkı mı şaşırdık? Kadınlar neden “maskülen” olmaya zorlanıyor? Sürekli güçlü görünmek, duygularını bastırmak ve “ilgisiz” rolü oynamak zorunda mı kalıyoruz? Ve erkekler… Onlar ne oldu da ilgi görmek isteyen, onay bekleyen, şımartılmak isteyen, sevgiyle var olmayı uman bireylere dönüştü? İlişkilerde “kavuşma” değil de “kurtulma” mücadelesi mi başladı?
Açık açık soruyorum, Bir ilişkide artık kim kimi tamamlıyor, kim kimi taşıyor?
Eskiden bir ilişkide ilk mesajı kim atardı? Tabii ki erkek. Peki şimdi? Kadın yazmazsa günlerce sessizlik.
Randevuyu kim planlıyor? Kadın. Hediye almayı kim düşünüyor? Kadın. İlişki nereye gidiyor sorusunu kim soruyor? Yine kadın. Erkek, “Akışına bırakalım” diyor… Ama bu akışta sevgiyi yöneten, ilgiyi sürdüren, ilişkideki duygusal emeği veren yine kadın. Artık erkekler ilişki yaşarken bir kadının yapmasını beklediğimiz her şeyi talep ediyor: İlgi, anlayış, fedakârlık, duygusal destek… Ama karşılık olarak çoğu zaman belirsizlik, uzaklık ve “ben hazır değilim” cümleleri geliyor. Bir kadın sevgi gösterdiğinde “çok üstüme geliyor” oluyor, Bir kadın geri çekildiğinde “beni artık sevmiyor” oluyor.
Ne yapsak eksik, ne yapsak fazla… Kadınlar artık sadece partner değil, O bir terapist, koç, Stratejist ve en kötüsü sabır taşı yahu!
Erkekler ise bu ilişkilerde giderek daha fazla “prenses”leşiyor, kırılgan, nazlı, beklenti dolu…
Ama ilişkiyi sürdürmek için hiçbir gerçek çaba göstermeyen…
Yani…
Kadınlar eril enerjiyle var olmaya çalışıyor; Erkekler dişil alanda konfor arıyor. Peki bu tablo, gerçek bir “ortaklık” mı? Belki de sormamız gereken en önemli soru şu, bu yeni rollerde gerçekten birileri mutlu mu?
Söz sizde canlarım.
Sizi seviyorum!
Haftaya görüşmek üzere, sevgilerimle..