Emine Girgin yazdı...
Işıltılı Eskişehir’in renkli caddelerinde yürürken yine kafamda yazımın cümlelerini toparlamaya çalışıyordum. Bu haftayı gözümün önünden geçirirken ekip arkadaşım Temel Akbaş bizim Ekonomi Gazetesi’nin bir haberini paylaşmış. Haber aynen şu şekilde; “Yapılan bir araştırmaya göre, 50 bin doların üzerindeki gelir, erkeklerin online flörtte şansını artırıyor. 1,57 cm boyundaki bir erkek, 269 bin dolar fazla kazanarak, uzun boylu rakipleriyle eşit seviyeye gelebiliyor.”
Gazetemizde çıkan bu haberin devamındaysa “Flört piyasasında boy da önemli bir etken. Ancak boy kısaldıkça, çekicilikte kazanç yükseliyor. Örneğin: 157 cm boyundaki bir erkeğin, 182 cm boyundaki bir erkek kadar çekici olabilmesi için yılda 269 bin dolar daha fazla kazanması gerekiyor.” Diyordu. (Haberin detayı için ; www.ekonomim.com )
Haberi okuyunca bir gülme geldi bana. Yani bence çok doğru bir tespit o yüzden gülüyorum. Kesinlikle kısa boylu erkeklerin daha fazla kazanması onları otomatik çekici kılıyormuş bunu da teyit etmiş olduk.
Kadında öyle bir koşul yoktur zaten. Güzel olması kâfidir herhalde. Ama erkeğin kısa boyundaki farkı parası varsa kapatabiliyor baksanıza araştırmaya. Çekici geliyor göze ister istemez. Villanı, Mercedes’ini alır, Paris’e, Sırbistan’a, Maldivlere götürür, sınırsız kredi kartı ve hoppp sonra boyuna falan bakmazsınız..
Farklar kapanıverir.
Vay bee!! Şu para nelere kadir!
Televizyon kanalına staja gittiğim dönemlerde, yani tam 17 yaşımdayken hayatıma giren, ilk direksiyon eğitimimi veren, ehliyetimi 18 imde almama vesile olan ve bu yaşıma kadar bendeki saygısını ve sevgisini koruyan abim, Levent İnanlı..
Nasıl köşe yazısı yazdığımı, nelerden ilham alabildiğimi bildiği için bana bir video atmış. O videoda diyor ki “Allah insana iki tane göz, iki tane kulak, iki tane kol, iki tane bacak vermiş. Hepsi çifter çifter değil mi? Ama kalp bir tane. Neden peki hiç düşündün mü? Diğer eşini arayıp da bulsun diye. İnsanlar enerjidir. Ruh eşlerini bulup birbirlerine sarıldıklarında sağ tarafımızdaki boşlukta onun kalbiyle tamamlansın diye ” diyordu.
Etkilendim.. Ardından bir video daha gönderdi. O videoyu özetleyecek olursam, 10 dakikalık bir film yılın en iyi kısa film unvanı kazanmış ve sinemada gösterime girmiş. Seyirciler filmi izlemeye başlamış ama film başlayalı 6 dakika olmasına rağmen ekranda aynı sahne varmış ve kamera açısı sadece bir odanın tavanını gösteriyormuş. 7. Dakikada aynı sahnede bir değişiklik olmadan geçince seyirciler şikâyet edip salonu terk etmek istemişler. Aniden kamera açısı tavandan yere inmiş ve omurilik felci, tamamen engelli yatağa uzanmış bir kadın görülmüş ve şu cümle yazılıymış. “Bu engelli kadının hayatının her saatinde gördüğü sahnenin sadece 8 dakikasını sunduk ve siz buna bile katlanamadınız. Hayatınızın her saniyesinin değerini bilin.” Yazıyordu.
Bunu neden köşe yazıma taşımak istedim biliyor musunuz? Bazen bu kadar her şeyi yorumlamama rağmen bende bir hata yapıyorum. İlk bahsettiğimdeki gibi diğer kalbimi ararken yaşadığım hayal kırıklıkları ve üzüntülerden, ikinci hikâyedeki gibi aslında hayatın daha gerçeklerinin olduğunu unutup bazen saniyelerimin bile kıymetini bilmiyorum. Anı kaçıyorum..
Evet tam olarak bu, anı kaçırmak..
Bazı şeylere fazla odaklanıyoruz. Bunu bende yapıyorum fark etmeden. “bunu bana neden yaptı?” ya da “neden böyle oldu?” diye o ana takılmaktan bugünü yaşayamayabiliyoruz. Kaçırıyoruz hakikatten bugünü.
Sevgili okuyucularım;
O çok sevilen, gönlüme taht kurmuş, saygısını ve sevgisini gördüğümü düşündüğüm Mr. Big, tam da o Sex And The City dizisindeki Mr. Big gibi davrandı. Hatırlayınız Carrie’yi defalarca yaralayan ve üzen Bay Big..
O saygısını kaybederken şunu unuttu, ben Carrie gibi saygının bittiği yere dönemem ve yara aldığım yer evim olamazdı. Eskiden olsa çok üzüleceğim ve günlerce unutmayacağım bir davranışına şuan insanoğlunun her şeyi yapabilme potansiyelini göz önünde bulundurarak üzülmüyorum ama hiç yakıştıramadım. Geçen ki makalemde dediğim gibi, umarım yaptığımız her seçim, vazgeçtiklerimize değerdir.
Sevgilerimle..