1911 Mart ayında Hakikat gazetesinin beş ayrı sayısında beş ayrı yazı... Beşinin de başlığı aynı: “Bizde Kadınlık”. Gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı Mestan İsmail Bey; 5 “başmakale”den oluşan bu yazı dizisini birçok kişinin hışmına uğramak pahasına kaleme almış olmalıdır.

Toplumun kadın ve erkeğe yüklediği roller, yani günümüzde “toplumsal cinsiyet” diye ifade edilen konuda dönemin Anadolu’sundaki acı hakikatleri masaya yatıran Mestan İsmail Bey;  “Kadınlardaki sâfiyeti, onlardaki kabiliyeti bozmaya sebep olan hep erkeklerdir.” diyerek kesin bir dille sorunun kaynağının erkekler olduğunu vurgular. Konu “kadınlar mı, erkekler mi” şeklinde bir polemiğe indirgenemeyecek kadar trajiktir ve yara çok daha derindir aslında.

Yüzyıl öncesinden bugüne ne değişti, ne kadar değişti, tartışılır ancak yüzyıl önce kadının hâl-i pürmelâlini -sözü dolandırmadan, bulandırmadan- cesurca söyler Mestan İsmail Bey. Bu vesileyle insani, vicdani melekeleri harekete geçiren yazılarıyla Türk gazetecilik tarihinde “hakikat”in Eskişehir’deki sesi olan ve trajik ölümüyle yüreğimizde tarifsiz kederler bırakan Mestan İsmail Bey’i sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.

DOĞMADAN BAŞLAYAN ACI TALİH

Kadının acı talihi, doğmadan başlıyor yazara göre. Çünkü aileler, kız çocuğuna sahip olmayı istememektedir. Bunun sebebi kız çocuğunu sevmedikleri ya da erkeği üstün gördükleri değildir, tam tersine “ciğerpareleri”nin ileride eşinden göreceği şiddet nedeniyle endişelenmektedirler.

DÜĞÜN GÜNÜ MÜ, “KARA GÜN” MÜ?

Kız evlatlarının evlendikleri günü “kara gün” saymaktadır ebeveynler. İddialı ve uç bir söylem gibi dursa da yazıdaki ifadelerden bunun yaygın bir kanaat olduğu anlaşılıyor. Toplum nazarında erkeklerin büyük bir kısmı sarhoş ve çapkındır. Yahut servet avcısı…  İşte o zaman anlıyoruz, düğün gününe neden “Kara Gün” dendiğini.

“VE SOFRAMIZDAKİ YERİ ÖKÜZÜMÜZDEN SONRA GELEN”

Yazara göre erkekler kullandıkları malzeme, araba, balta vb. eşyaların “hepsine hizmet eder, hepsini esirger, baltasını taşa vurmaz, arabasına fazla yük sarmaz... Lakin kadın hiç gözünde değildir.”  Çünkü kadını bu eşyalar kadar faydalı görmezler. Kadının evde bulunuşu, yaşayışı dahi kabahattir onlara göre. Bu satırları okuyunca Nazım Hikmet’in “Kadınlarımız” şiirinden dizeler hatırımıza düşüyor:

ve soframızdaki yeri

öküzümüzden sonra gelen”

“KADINA ‘EL KİRİ’ DİYENLER ASIL LEKEDİR!”

Yazı dizisinden anlaşıldığı kadarıyla kadın için o dönemde kullanılan yaygın bir tabirdir “el kiri”. Gerçi bu tabir, maalesef hâlâ yaşıyor. Mestan İsmail Bey “el kiri”  lafının ve onu ağzına alanların çirkinliğini sert ifadelerle gösterir okuyucularına. Kadına “el kiri” diyenleri “habis ruhlar” olarak nitelendiriyor. Yazara göre asıl leke kendileridir. Üstelik bunlar silinmez ve tedavi edilmez türdendir. Kadınları aşağılayanlardan ise “sefil herif” şeklinde bahseder.

ALKOL BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN ANASI

Yazar özellikle alkol kullanımını eleştirerek sarhoş olup eve gelen erkek için “cihanda hiçbir mahlûkata benzemeyen ucube” benzetmesini kullanmıştır. Ona göre eve, sarhoş adam geleceğine kadının karşısına bir leş atılsa daha az azap çeker. Çünkü leş sadece kötü kokar, sarhoş adam ise kıyafetlerinin pisliği bir kenara ruhu da kirlidir. Ayrıca kadına şiddet uygulayan erkeği “kuduz köpeğe” benzetmektedir.

KADININ VAZİFESİ “AZAP İÇİNDE YAŞAMAK” MI?

Toplumun kadına ve erkeğe verdiği cinsiyet rollerine gelince kadın için azap içinde yaşamak bir vazife”dir. Toplumdaki bu vazifelerine karşın yazar “Bizde kadınlar, erkeklere karşı itaatle memur” diyerek kinayeli bir şekilde “memuriyet”e atıfta bulunmaktadır. Yazara göre kadınlar; dadılık, hizmetçilik, aşçılık, ekmekçilik, terzilik, çamaşırcılık, hatta ırgatlık gibi birçok mesleği ifa ediyor evlerinde. Onların bu fedakârlıklarına karşın erkeklerin nankör olduklarını vurgulamaktadır. Ayrıca kadına yaptığı işkencelerin hiçbirinden erkeğin sorumlu tutulmamasına, yaptığı işkencelerin erkeğin yanına kâr kalmasına, yani kadının toplumda “aciz” bırakılmasına tepki göstermektedir.

“KİRLİ ELLER, KANLI PENÇELER” NE ZAMANA KADAR?

Mestan İsmail Bey, kendi döneminde olmasa da kadınlara yönelik bu zulüm ve esaretin intikamının “yaradılış” tarafından bir gün alınacağına inanarak konuyla ilgili çözüm için geleceği işaret etmiştir. Lakin o gelecek ne zaman gelecek, bilinmez. Kadınlara eziyet edenleri “kirli eller, kanlı pençeler” olarak nitelerken bir gün bunun “intikamının müthiş bir yumrukla” alınacağını dile getirir. Diğer taraftan “Kadınlarla iyi geçinin” diye emir buyuran bir Rabbimiz; erkeğin hayırlı mümin ve iyi insan olmasının ölçüsünü eşine davranışı ile belirleyen bir Peygamberimiz varken, Kur’an-ı Kerim her iki cinse de aynı sorumluluğu yükleyip aynı müjdeyi verdiği hâlde, kendini Müslüman olarak tanımlayan toplumlarda -hangi dönemde olursa olsun- bunun tam tersini görmek; İslam’ın ruhundan, özünden kopuşun trajik sonucundan başka bir şey değildir.

Aslında derdimizin özü, özeti şu cümlelerde saklıdır: “Resulullah devrinde hakkımızda ayet iner korkusuyla kadınlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık. Resulullah vefat edince, dilimizi ve ellerimizi onlara uzatmaya başladık.”