Yayınlanmadan önce ayrı ses getiren, ilk bölümü yayınlandıktan sonra da bütün kategorilerde birinci olan İnci Taneleri dizisi nasıl oldu da böyle bir başarıyla başlangıç yaptı?
Her başarıda olduğu gibi bu dizinin de bulunduğu yeri koruması zor olacak gibi duruyor. Diziyi çok sevenler olduğu gibi çok eleştirenler de oldu. İki tarafın da bulunması bile dizide gerçek hayattan birçok şeyi görebildiğimizi aktarıyor seyirciye. Diziyi izlediğimde tabii ki en çok iki buçuk saat olması yordu beni. Dikkat sorunlarının alıp başını gittiği, kısa videoların, sosyal medya akışının saniyelik bir parmak hareketine teslim olduğu günümüzde iki buçuk saat süren bir dizi böylesine izleniyorsa oradaki en etkili şey pavyondaki Dilber’in dansı değildir sanırım. Ama yok satan elbise yine Dilber’in elbisesi oldu dimi? Daha önce de Seyran’ın pijama takımı, Bihter’in saç modeli tüketilmedi mi? Söz konusu pavyon elbisesi ve dansı olunca konu ‘’Ankara başkenttir, pavyonla anılamaz.’’ ayaklanmasına uzandı. Diziyi izlediyseniz eğer Ankara’dan bahsedilmiyor zaten. Tüketim çılgınlığına yeni bir basamak bulmuşuz kaçırır mıyız?
Güzel farkındalıklar oluşmasına da vesile olan sahneler çoktu. Mesela Azem Öğretmen yıllar sonra hapisten çıkıyor, insanları görüp diyor ki: ‘’ Ben içeri girmeden önce insanların telefonları vardı. Şimdi görüyorum ki telefonların insanları var.’’ Birçok kişiye eski zamanlarda olduğu gibi selam cümleleri kuruyor, kolay gelsin, günaydın, iyi akşamlar vs. karşılığında insanlardan duyduğu ‘’Ne istiyorsun?’’ oluyor. Böyle de sert bir yüzleşme var. Neeerdee o eski ilişkiler, güven kokan ilişkiler? Dedirten.
Azem’in işlediği cinayet (üstlendiği suç) öğrenildikten sonra çevresindekilerin ona yaklaşımı birden değişiyor. Saygı kavramı adı altında korku duygusu vurgulanıyor. İş yerinde yöneticinize hissettiğiniz duygudan bir farkı yok bu arada bunun. Saygıdan değil işten çıkarılma korkusundan güler yüz gösteriyorsundur belki.
Onca yaşadığı acıya rağmen hala hayal kurabilen Azem’in hayata dair umudu, yine onca yaşadığı acıya rağmen hala şen şakrak dans edebilen Dilber’in umuduyla tanışıyor bölümün ilerleyen sahnelerinde. Sevginin koşulsuzluğunu kanıtlayabilecekler mi bakalım seyirciye?
Ergenlerle çalışan ve birçok ebeveyni tanımaya anlamaya gönüllü bir psikolog olarak en çok ilgimi çeken karakterlerden biri de Piraye oldu. Kızıyla kurduğu (kuramadığı) ilişkisi, günümüzün birçok ergeninin aile problemlerine ışık açıp kapatıyor. Ergenlik dönemindeki bir çocuğa yaptığı zulüm (eleştiri, yargılama, suçlama, hakaret etme), fiziksel ihtiyaçlarını karşılayacak tüm imkanları önüne sermekle yarışıyor adeta. Duygusal yoksunluğunu fark etmek bilin bakalım kime düşüyor? Tabii ki Azem öğretmene. Bakalım Azem orayı da kurtarabilecek mi? Çünkü tahmin ediyorum ki burada Azem bir kurtarıcı. Bakış açısıyla, umuduyla, sevecen tavrıyla, önyargısız yaklaşımıyla dizide yıkılan bozulan kim varsa oraları bir onarma çabasında olacak gibi. Tıpkı her evde, her ailede, her iş yerinde, her arkadaşlıkta ve her ilişkide bir şeyleri toparlama sorumluluğu alan bireylerin var olduğu gibi. Cinayet suçunu üstlenmesi de bundan mükevellit.
Neden bu kadar izlendi bu dizi? Burada bir sürü duygu var çünkü. İnsanların kaçtığı, yüzleşemediği, tanıyamadığı, belki nasıl hissettiğini bile unuttuğu birçok duygu. Korku, kaygı, saygı, sevgi, çaresizlik, umut ve belki sonraki bölümlerde göreceğimiz daha nice duygular. Her karakterde kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz bir senaryo var. Gerçek hayatın gerçeklerini hatırlatan bir senaryo…