MÜNASİP THEMİS

Themis, Yunan mitolojisinde Uranüs ve Gaia'nın kızı olan adalet ve düzen tanrıçasıdır. İlahi adaletin tecessümüdür. Zeus'un Metis'ten sonraki ikinci karısıdır. Babaları Zeus olan, Horae ve Moirae'nin annesidir.

Kendisi öfkeli veya cezalandırıcı değildir. Ona yeteri kadar saygı gösterilmediğinde veya adaletsizlik yapıldığında, o sessiz kalır ve onun yerine Nemesis gerekli karşılığı, cezayı verir. Themis, yasadır, kuraldır. Ama gelip geçici bir yasa değil, Tanrılar dünyasında da insanlar dünyasında da değişmez evrensel ve ölümsüz doğa yasasıdır. Tanrısal yasadır.  Günümüzde Themis adaleti temsil eder.  Bundan dolayı tüm adalet sarayların önünde Themis  heykeli adaleti arayanlara göz kırpar. 

Themis heykeli bir elinde terazi, bir elinde kılıç ve gözleri kapalı bir bayan. “Kılıç” adaletin verdiği cezaların caydırıcılığını ve gücünü, “Terazi” adaleti ve bunun dengeli bir şekilde dağıtılmasını simgeler. “Kadın” ve “Bakire” olması bağımsızlığı ifade eder. Gözünün bağlılığı tarafsızlığını simgeler.Hukukun evrensel ilkelerini simgesel olarak taşıdığı için Themis heykeli adaleti en iyi şekilde ifade etmekteyken neden adaletsizliğe uğrayan kadınlardır?

Bu yazımda ülkemizde son dönem yaşanan Kadına Yönelik şiddet; Cinsel Taciz / Irza Geçme suçunun Türk Ceza Kanunu açısından değerlendirilmesi konusuna değineceğim.

TCK’nin 105. maddesi Cinsel Taciz suçunu, tacize uğrayan kişinin şikâyeti üzerine cezalandırır. Bu suçu işleyen kişiye üç aydan iki yıla kadar hapis veya para cezası verilir. Tacizin cezalandırılması için fiziksel temas olması gerekmez. Tacizde bulunan, aynı işyerinde çalıştığımız bir kişiyse cezası daha ağır olur. İşyerinde cinsel taciz, kadının ekonomik haklarını ve özgürlüğünü tehdit eder. Bu yüzden, kadınların çalışma imkânının ve hareket özgürlüğünün kısıtlanmaması için İş Kanunu da cinsel tacizi cezalandırır. Fiziksel taciz ise TCK’nin 102. maddesinde Cinsel Saldırı suçu olarak, kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal etmek olarak tanımlanır. Biz istemedikçe kimsenin bize yönelik herhangi bir cinsel davranışta bulunmaya hakkı yoktur. Bu suçun cezası, saldırıya uğrayan kişinin şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapistir.Saldırganın cezalandırılması için saldırının cinsel ilişkiyle sonuçlanması gerekmez. Örneğin tecavüze teşebbüs ya da elle sarkıntılık, cinsel saldırı olarak kabul edilir. Tecavüz ağır bir cinsel saldırı suçudur.  Ceza Kanunu her türlü tecavüzü yedi yıldan on iki yıla kadar hapisle cezalandırır. Cinsel saldırı sırasında suçu ağırlaştıran sebepler varsa, hapis cezası artırılır.  

Yasada tecavüze uğrayanın bunu ispat etme zorunluluğunun olması hatalıdır ve tersine çevrilmeli, kadının beyanı esas alınmalıdır. Yasanın, tecavüzde bulunanın bunu yapmadığını ispat etmesini gerektirecek şekilde düzenlenmesi gerekir. Yasanın genel mantığına ters düşse de “tecavüz olayının özelliği, yaşananların ifade edilmesinin ve delil, tanık bulmanın zorluğu” göz önüne alınarak yapılacak bu tür bir düzenleme, atılacak en önemli adımlardan birisi olabilir. Tecavüz, kadınların cinsel dokunulmazlığına karşı işlenmiş bir suçtur. Bedensel bütünlüğü ihlal eden bir şiddet türüdür. Sadece tanımadığınız kişilerin değil, birlikte yaşadığınız kişinin, sevgilinizin veya eşinizin de sizi istemediğiniz zamanlarda, istemediğiniz şekilde cinsel ilişkiye zorlaması tecavüzdür ve suçtur. Tecavüzün evlilik içinde gerçekleşmesi verilecek cezayı hafifletmez. Ayrıca bilincinizin açık olmadığı durumlarda, örneğin alkol ya da ilaç etkisindeyken, baygınken ya da uyurken kurulan cinsel ilişkiler de tecavüz sayılır. 

 

Bir kadın cinsel birlikteliği istediği zaman ve istediği şekilde yaşama hakkına sahiptir. Ancak evli pek çok kadın o anda canı istemese de kocasının cinsel arzularını doyurmayı görevi zanneder ve dolayısıyla kocasının bedenini kullanmasına ya da tecavüz etmesine ses çıkarmaz. Hatta bunun tecavüz olduğunun farkına bile varmaz. Evlilik çerçevesinde yaşanan tecavüz genelde hoş görülür ve sanki erkeğin eşi üzerinde böyle bir hakkı varmış gibi davranılır.

 

Evlilik içi tecavüz konusunda asıl sorun, cezaların yetersizliğinin ötesinde “mahremiyet” düşüncesiyle bu tür olayların açık edilmemesi, ilgili mercilere şikâyette bulunulmaması ve yukarıda açıkladığımız gibi “kocanın her türlü hakka sahip olduğu” anlayışının yaygınlığı olabilir. Eğer bu anlayış kırılabilirse, evlilikte tecavüz olaylarının da mahkemelere yansıması ve cezalandırılması daha mümkün olacaktır.

 

Cinsel tacizin yaygınlığı bazen sokağa çıkmamızı, çalışmamızı, toplu taşıma araçlarından faydalanmamızı bile engelleyebilir. Evde, işte, sokakta yaşadığımız cinsel taciz ve cinsel tacize uğrama endişesi, bedenimizi ve cinselliğimizi saklamamıza neden olabiliyor.

 

İşyerinde cinsel tacizde bulunan kişi, işveren, amir, iş arkadaşı veya bir çalışan olabilir. Bu kişi işyerindeki ast-üst ilişkisinden ve her gün aynı iş ortamında olmanın getirdiği kolaylıktan yararlanmaktadır. Ayrıca işini kaybetme korkusu tacize uğrayan kişinin tacizi şikâyet etmesini zorlaştırabilir.

 Namus Cinayeti konusu ile toplumumuzun kanayan bir yarası olmaya devam etmekte ve Toplumun geleneksel ve sözlü yasalarıyla yetişince, kadınlar da “namus” korkusuyla yaşamaya alışıyor. Örneğin 1998’de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapılan bir araştırmaya göre, evli kadınların çoğu, evlilik dışı bir cinsel ilişki yaşarsa eşi tarafından öldürüleceğini düşünüyor ve bunu doğal karşılıyordu.

2005’te Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun Türkiye’de yaptığı araştırmaya göre de evli kadınların çoğu başka bir erkekle ilişkiye girerse öldürülmeyi hak ettiğini düşünüyor. Oysa sebep ne olursa olsun hiçbir kadın öldürülmeyi hak etmez. Bir kadının evli olmadığı biriyle cinsel birliktelik yaşaması da suç değildir. Ceza Kanunu’nda “zina” diye bir suç yoktur. Eşlerden birinin başka biriyle birlikte olması sadece boşanma sebebi sayılabilir.

 

Cinayetin Namusu Yoktur.

Kadınların insan haklarını ihlal eden suçların önemli bir kısmı “namus” bahanesiyle işleniyor. “Namus” adına gerçekleştirilen saldırılar, yani “namus suçları” kadınların hareket özgürlüğünü kısıtlıyor. “Namus elden gider” diye kadınların okula gitmesi, çalışması, sosyal hayata katılması engelleniyor.

Oysa “namus” kavramının kadınla,  kadının bedeni veya cinselliğiyle hiçbir ilgisi yoktur. Toplum içinde yaşama kurallarına uygun davranan, yalan söylemeyen, dolandırıcılık yapmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen kadın veya erkek “namuslu” olur. Türkiye gibi erkek egemen toplumlarda ise  “namus” kavramı kadınları baskı altında tutmak için bir araç olarak kullanılmaktadır.

Kadınlara karşı işlenen “namus” suçlarının en ağırı, “namus cinayeti” adı altında kadının yaşama hakkını elinden alan suçtur. Namus cinayetleri çoğu zaman, kadının eşi, ailesi, akrabaları veya sevgilisi tarafından ya da aile meclisi kararıyla işlenir. Kadınlar namus yüzünden kendilerini öldürmeye zorlanır. Bu intiharlar da bir tür namus cinayetidir.

İnsan öldürme suçu müebbet hapis cezası ile cezalandırılırken; namus adına işlenen cinayetler, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır (TCK Madde 81, 82). Ceza Kanunu namus cinayetlerine ceza indirimini oldukça sınırlamıştır (Haksız Tahrik, Madde 29, Gerekçe).

“Namus Suçları”nın Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kadına karşı şiddetin  bir türü olarak kabul edilmesinde Türkiye büyük rol oynamıştır. BM’ye üye her ülke, namus suçlarının ortadan kaldırılması için her türlü yasal ve koruyucu tedbiri almak zorundadır. 

TCK’nın cinsel suçları kişilerin özgürlüklerini ihlal eden suçlar olarak tanımlaması, eski yasaya göre hak ettiği biçimde cezaları arttırması ve cinsel şiddetin daha fazla çeşidine ceza verilmesi için yeni suç tipleri ihdas etmesi önemli gelişmelerdir. Ayrıca eski yasada var olan cinsiyetçi, erkek egemen dilin ortadan kaldırılarak evrensel hukuka uygun bir dil ve içerik getirilmesi hem bu suçun en çok mağduru olan kadınlar, hem de diğer mağdurları açısından önemlidir.

Norm koyma ve yasa yapma konusundaki gelişmeler, henüz mahkemelere ve topluma tamamen yansımış değildir. Halen tecavüz edenin değil, tecavüz edilenin onuru sorgulanmakta ve mağdurlar davranışları ile bu suça zemin hazırladığı, bazı davranışları yapmasa idi, bazı yerlere gitmese idi bu suça maruz kalmayacağı gibi; kendisinin de kusuru olduğunu ima eden suçlamalara maruz kalabilmektedirler.

Kadına yönelik şiddet, özelde cinsel şiddet, hukuki olmaktan çok politik bir sorundur. Bu yüzden cinsel şiddet vakalarının önlenmesi için devletin önleyici çalışmalar yapması, toplumsal cinsiyet ilişkileri ve bunun yarattığı cinsellik ve cinsel şiddet kavramları konusunda toplumun her kesimin bilinçlenmesi sağlanmalı ve kadın erkek eşitliği çalışmalarının devlet politikası olarak her alanda ana akımlaştırılması gerekmektedir. Önleyici çalışmaların yanında daha kısa vadede, ortaya çıkan cinsel suç vakalarında adaletin daha sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi için kolluk ve yargı mensuplarına yönelik TCK’deki cinsel suçlar ve sorun alanları, toplumsal cinsiyet, cinsellik, cinsel şiddet, rıza kavramları hakkında belirli periyotlarla atölye ve eğitim programları yapılması; en azından yargı ve kolluk mensuplarının cinsiyetçi kalıp yargılarının değişimine, mağdurların yargılama sürecinde yeniden mağdur edilmesinin önüne geçilmesine ve adalete olan güvenin bir nebze de olsa tazelenmesine yardım edecektir. Böylece Themis,   üstüne yüklenen adalet  değerlerini daha güçlü, daha gururlu temsil edecektir.

 

Seher Kırbaş Canikoğlu , “Feminist Bir Perspektifle Türk Ceza Kanunu’nda Cinsel Saldırı Suçu,” Fe Dergi 5, no. 1 (2013), 61-73.