Evrensel bir deneyim olan ve yüzyıllardır insanoğlunun açıklamaya çalıştığı ağrı kavramının günümüzde en geçerli tanımını Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı (IASP) yapmıştır.
Evrensel bir deneyim olan ve yüzyıllardır insanoğlunun açıklamaya çalıştığı ağrı kavramının günümüzde en geçerli tanımını Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı (IASP) yapmıştır.
Bu teşkilata göre ağrı; var olan veya olası doku hasarına eşlik eden veya bu hasar ile tanımlanabilen, hoşa gitmeyen duyusal ve emosyonel bir deneyimdir . Bu tanıma göre ağrı, bir duyum ve hoşa gitmeyen yapıda olduğundan her zaman özneldir.
Ağrı ile ilgili yapılan birçok sınıflandırmada ağrının süresine göre incelendiğinde ; kronik ve akut ağrı olarak ikiye ayrılır.
Akut ağrı:Akut ağrıların nedeni genelde bellidir. Örneğin trafik kazası, ani çarpma-vurma gibi travmalar sonucu gelişebildiği gibi, ameliyata bağlı olarak da akut ağrı ortaya çıkabilir. Ameliyat sonunda hastaya yeterli ağrı kesici (analjezik) verilmemesi akut ağrıya neden olur. Çoğunlukla iyileşme ile geçen ağrı tipidir. Doku kendini iyileştirince ağrı da geçer. Ama akut ağrılar yeterli ve doğru tedavi edilmezse kronikleşebilir.
Kronik ağrı:12 haftadan uzun süren ağrılar, ‘kronik ağrı’ sınıfına girer. Hastanın günlük hayatını olumsuz etkileyen ve ruh halini bozan bir ağrı tipidir. Her zaman nedeni belli değildir. Akut ağrı doğru ve zamanında tedavi edilmediği takdirde o bölgedeki sinirlerin aşırı duyarlaşması nedeniyle kronik ağrıya dönüşebilir. Ağrı ilk baştaki kadar şiddetli değildir ama sürekli ağrı hisseden hastaların ruhsal durumları bozulabilir.
Kronik kas-iskelet sistemi ağrı gelişiminde; yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, meslek, işsizlik, obezite, sigara, hareketsizlik (sedanter hayat), uzun süreli şiddetli ağrı, geçirilmiş cerrahiler, genetik, psikososyal ve çevresel risk faktörlerinin rol oynadığı düşünülmektedir. İleri yaş, kronik kas-iskelet sistemi ağrıları için bir risk oluştururken, hayatın çok erken dönemelerinde maruz kalınan stresler ve ağrılı durumlar da bireyde ağrı duyarlılığına risk oluşturabilmektedir.
Modern şehir hayatıyla birlite kronik ağrı risk faktörlerine çok daha fazla maruz kalır hale gelmiş bulunmaktayız ve çoğu zaman kronik ağrıyla mücadele etmek adına yapılan girişimler yetersiz kalmaktadır.Bu noktada kronik ağrının oluşum mekanizmasını incelemek gerekir.
Ağrılı uyarı uzun süre devam ettiğinde sinir sisteminde çeşitli değişiklere neden olmaktadır.Ağrıyı beyne taşıyan sinir lifleri ve beyindeki ağrı merkezi zamanla hassaslaşmaktadır,beyinde hassaslaşan hücreler ,ağrı oluşturmayacak bir uyarıyı bile ağrı olarak algılabilmektedir.Böylelikle fizyolojik olarak bir doku hasarı olmasa ve ya hasarlı doku tedavi edilse bile ağrı algısı geçmemektedir. Buna tıp dilinde ‘santral sensitizasyon’denilmektedir.
Gözlemlerim çerçevisinde kliniğe ‘kalçamı kaldıramıyorum ,çok ağrım var’ diye başvuran bir kişinin uygulanan bir dansterapi esnasında kalçasını yerden yükseltmesi gereken bir kareografiyi ağrısız bir şekilde yapabiliyor olması da bu mekanizmayı açıklayan güzel bir örnektir.