Hacım çok yorgunum. Yazmaktan değil, yazamamaktan. Konuşmaktan değil, susmaktan yorgunum.
“Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak” şurada dursun, tatlı bir güz öğleden sonrasında dahi göremediğim ve kendisini tam haklı – çok haklı sayan gafillerden yorgunum. Limana demiryolu çekelim desek de demesek de ben rayların arasında gezen karıncalar kadar yorgunum.
Porsuk nehrine defalarca baksam da göremediğim ancak bir eğreti Nisan akşamı kar yağarken yakaladığım en güzel kar tanesinin ucundaki tılsım kadar yorgunum.
Hacım çok yorgunum. Koşmaktan değil, durmaktan yorgunum. Yüzmekten değil, süzülmekten yorgunum.
Engin yaylalarımda bir yaz günü selameti ikram etmeyi istediğim ancak bozkırın ortasında öksüz bırakan dostlarım kadar yorgunum. Fikri coşkulu, zikri duygulu, eylemi zorlu gençler kadar yorgunum. Hayal dilenen çocukların kıyının koy sularında yüzdüğü kadar neşeli, en sevdiğim yazarın okuyamadığım köşe yazılarını bir kum saatinin yanındaki zarfa saran vefa kadar yorgunum.
Yırtık ayakkabıları şeref nişanesi gibi taşıyıp da bir erbain ayazı, Sıcak Sular’da cami cemaatini kaçırmış öğlen namazını kılmak için abdest alırken yaşadığım mest hâli kadar yorgun, tek başına içilen çay kadar demliyim.
Hacım çok yorgunum. İlk servisle işe yetişen ve diğer hafta son servisin en son koltuğunda uyuyakalıp durağını kaçıran işçi ağabey kadar yorgunum. Tulumlarım o kadar yakışıklı yağlanmasa da ben en zarif kasket ile Cuma namazını organize sanayi camiinde kılmanın huzurunda bir hamd makamı ile dinginim.
Sadeliğin şatafat karşısındaki bariz galibiyetinin yaşandığı meydan savaşından çıkmış şu en öndeki sancaktar nefer kadar vicdanım ve onurum ve ruhum rahat olmasa da… Asya’nın Hazar Denizi’ne bakan tarafında bir yavru kurt kadar umutluyum. İçimde hasretler çok. İçimde biriken ve birikmeye devam eden aşk pınarlarının suları çok. İçimde ruhumla eriyen bir Boğaz sefası… İçimde Akdeniz çanağında süzülmüş bir şahin edası… İçimde Kurşunlu Külliyesi’nde ıssız niyazlar var.
Deve dişi adamlar değil, deve dişi gibi egoların yerle bir olduğu tarih ve meydanlar ve cenkler içerisinde…
Hacım, inan çok yorgunum.
Ama vallahi yoruldukça yeniden başlayacak kadar azimli, yorulmayı yoğrulmaya inkılap ettirecek kadar inançlıyım.
Yoruldukça anlam içen şiirlerim ve şiirlerin altında ezilen ego krallarına tabi çaresiz esirlerin çılgın sefaletine hakkını vererek üzülen engin bir yüreğim olmasa da… Çok üzülüyor yine de şiirlerim.
İnan çok yorgunsun hacım. En az benim kadar yorgun. Belli ki odanın duvarlarına yazmışsın yorgunluğunu. Bir gece dolunay çıkınca ifşa etmiş hürriyetini kelimelerinin. Bir gece yağmur yağınca, bereketi uzanmış tavanına.
Endamının şerefine kahveler çekilmiş Hamamyolu’nda ve Alaaddin Parkı’nda bin yıllık hasretle anmışsın geçenleri…
Yani sen hacım, işte böyle yorgunsun.