Uzun zamandır ormanlar kralı olan Aslan, gün geldi, insanların doğayı istila etmesi sonucu tacını onlara devretmek zorunda kaldı…
Tüm insanların taçlandığı ve kendini kral sandığı bir dönemden sonra bazı ülkeler “Öyle ülkedeki her insanın tacı olmaz, sadece belli insanları taçlandıralım ve ülke nimetlerinin nasıl paylaşılacağına onlar karar versin” dediler…
Bir süre sonra kendi topraklarındaki kaynakları semirirken, iştahları iyice kabaran az sayıda ülke, “Bu böyle olmaz, her ülkenin tacı olmaz. En fazla 7 ülkede olmalı” diyerek, diğer ülkeleri hortumlayabilmek için uluslararası T7 (Taçlı Ülkeler-7) birliğini kurdular.
Bu ülkelerden biri “Durun biraz! Acele etmeyin. Öyle her ülkeye aynı büyüklükte taç olur mu?” deyip masaya yumruğunu vurdu. Diğer ülkeler baktılar ki pabuç pahalı, güçlerine göre daha küçük taçlardan birine razı oldular…
Sonra bu 7 ülke “Böyle taşıma suyla değirmen dönmüyor. Ticarette ülke sınırı da neymiş, hala iştahımız yerindeyken küresel bir hortum oluşturalım.” Bu yeni politikayı da diğer ülkelere “Artık ülke sınırları kalkıyor ve dünya küresel bir köy oluyor. Bunun adı Küreselleşmedir” diye açıklayalım dediler…
Dünyamızın yuvarlanabilir şeklinden esinlenerek ortaya atılan bu küreselleşme kapanı için kamuoyuna; “üretim, tüketim, pazarlama, teknoloji, eğitim, sağlık, refah, demokrasi ve kültür vb. gibi birçok konuda tüm ülkeler kalkınacak” dediler…
Ancak küreselleşmenin yukarıda sayılan faydaları ülkeden ülkeye göreceli olarak değişse de en çok “üretim, tüketim ve pazarlama” konusu zirve yaptı…
Böylece pek çok ülke, bir yandan katma değeri düşük olan ham madde kaynaklarını ve ucuz insan gücünü T7 ülkelerinin hizmetine sunarken, diğer yandan da yüksek katma değeri olan her türlü ihtiyacını onlardan temin ederek “birilerinin istediği yönde yuvarlanmayı küreselleşme” sandılar…
Aslında T7 ülkeleri kendileri küpleşip, diğer ülkeleri kartopu misali yuvarlayarak büyütüyor ve paylarını arttırıyorlardı…
Özellikle sanayi devriminden sonra krallık tacını devralan insanlık, gelinen noktada, dünya nimetlerinin sefasını sınırsızca sürerken bindiği dalı kestiğini hiç aklına getirmiyordu…
Getirenler de dikkate alınmıyordu…
İşte insanlara refahın sihirli değneği gibi sunulan küreselleşmenin; hem gezegenimizin doğasını getirdiği hal hem de yaratılan refahın ne kadar adil bölüşüldüğü ortada…
Geldik 2020 yılına… 20 sayısının tekrarından oluşan bu yılın rakamsal ifadesi fiyakalı geliyordu, göze ve kulağa…
Ama öyle olmadı…
Doğa’nın, yarattığı en küçük biyolojik varlıklardan olan COVID-19 yani Taçlı Virüs duruma el koydu ve Krallık Tacını insanlıktan geri aldı…
Şimdi taç bende diye böbürlenenler, daha önce kirlettikleri havayı solumaya hasret kaldılar…
Artık bu ülkeler Taçlı Virüs bende mi? Sende mi? Yoksa Pande mi? diye telaş içindeler…
Bu sürecin ortaya çıkmasında en büyük sorumlu; küresel politikaların neden olduğu bir yanda çarpık kentleşme/nüfus yoğunluğu diğer yanda ise tüketime dayalı mega şehirlerin doğa üzerindeki kabul edilemez baskısıdır.
Bugün dünyada 10 milyonun üzerinde nüfusa sahip 33 mega şehir var ve 2030'a kadar bunların sayısının 43'e yükselmesi bekleniyor.
Böylece mega şehirlerin ham madde, enerji, su ve gıda vb. gibi ihtiyaçlarını karşılamak ve atıklarını depolamak için gezegenin dört bir yanında doğa talan ediliyor…
Bu talan ile doğal yaşam alanlarının hızla istila edilmesi, biyolojik patojenler için konak rezervi işlevi gören yabani hayvanların sayısını ve çeşitliliğini azaltırken onlarla temas mesafemizi de daraltarak, salgın olasılığını artırmaktadır.
ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi tarafından yapılan açıklamaya göre insanları enfekte eden, yeni veya ortaya çıkan hastalıkların dörtte üçünün hayvanlardan kaynaklandığı tahmin ediliyor.
Özellikle kuşlar, yarasalar ve kemirgenler vb. gibi canlılar bunların başında geliyorlar.
Ayrıca bizler mega şehirlerde yaşamıyoruz diyebilirsiniz. Fakat yaşadığımız Pandemi süreci salgının hangi ülkeden veya şehirden kaynaklandığının da bir önemi olmadığını öğretti, bizlere…
Artık insanlığın gerçek refahının ve sağlığının, diğer canlılar ve tüm ekosistemler arasındaki dengenin korunmasına bağlı olduğunu ekolojik araştırmaların yanı sıra yaşananlar ortaya koymaktadır.
Umarım yaşadığımız bu Pandemi sürecinde, evlerinde kilitli kalan insanların doğayı ne kadar çok özlediklerini fark etmeleri, insanlığın doğa ile olan ilişkisini yeniden gözden geçirmesi için bir vesile olur…
Evde kalın, sağlıcakla kalın, …
Prof. Dr. Cengiz TÜRE
Eskişehir Teknik Üniversitesi