Taşlara karşı hep bir ilgim olmuştur. Dağlarda, derelerde ve deniz kıyılarındaki taşları toplamak, onların renklerine ve şekillerine anlamlar yüklemek beni hep mutlu etmiştir.
Bir doğa bilimci olarak, işimin de kısmen taşlarla iç içe olması ayrı bir keyiftir, benim için…
Belki de büyüdüğüm mahallenin adının Deliklitaş olmasının ya da lüle taşının bilinç altımda oluşturduğu bir etkidir bu, kim bilir?
Hele hele elime aldığım her taşın yaklaşık 4,5 milyar yaşında olduğunu düşününce, eski insanlara ait kalıntıların aslında ne kadar da kısa bir geçmişi olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Birde düşen gök taşlarına verilen değeri anlamakta zorlanıyorum…
Elbette uzaydaki yolculuklarından sonra gezegenimize düşen gök taşları, diğer gezegenler ve gök cisimleri hakkında bilim insanlarına birçok konuda önemli bilgiler ulaştırabilir.
Ancak kastım, bu taşların çoğunlukla değerli maddeleri içermemekle birlikte gramına 2 milyar dolar fiyat biçenlere…
Nede olsa uzay görmüş taş, bunlar…
Neyse ki bir vatandaş, İnegöl ile Eskişehir arasındaki bir alandan topladığı gök taşlarını gramı 80 dolardan satışa çıkarınca, düştü biraz fiyatları.
Gökten düşen bu taşları yerdekilerden daha değerli bulan insanlığın, tarih öncesi dönemleri taş devri diye taçlandırması da bir ironi olsa gerek…
Çok sayıda eşyadan silah yapımına, mimariden sanat objelerine ve kutsal sembollerden süs eşyalarına kadar pek çok alanda bizi kuşatan taşlar, bazen de üzerlerine yazılan bilgi ve duyguları binlerce yıl öncesinden günümüze taşıyan ağır sayfalardır…
Onların değerlerini ve güzelliklerini nadir bulunmalarında, kıymetli olmalarında ve gökten düşmelerinde değil, sadece var oluşlarında bilmektir, güzel olan...
Üstelik farkında olmasak bile üzerinde, altında, yanında ya da içinde yaşıyoruz onların.
Hatta bedenimizde oluşmaları büyük acılar versede, düşürdüğümüzde sağlığı en iyi hatırlatan nesnelerdir, taşlar.
Taşlara atfen pek çok söz söylenmiştir, teşbihte hata olmaz diye…
Bir şeyin uygunluğunu test etmek için mihenk taşı, bir şeyin kritik öneme sahip olduğunu belirtmek için “kilit taşı” gibi deyimleri sıkça kullanır…
Bir düzenin şiddetle bozulması taş üstünde taş kalmadı diye anlatılmaz mı?
Arabanın tekerine taş koyanlar işi garantiye alırlar, birinin işine taş koyanlar güvenilmez olurlar…
Birinin arkasında sağlam durana taş gibi adam derler, gururlandırırlar. Bir hata yapanlara taş kafa derler, hayıflanırlar…
Taşı sıksa suyunu çıkarır diye iltifat ederler, Allah seni taş etsin diyerek beddua ederler…
Birbirlerine laf sokanlara taşlama yaptı derler, yerinde söz söyleyeni taşı gediğine koydu diye, överler…
Hayırsız evlat için senin yerine taş doğursaydım diyerek onu yüceltirler, taşerona havale edilen işleri ise küçümserler…
Bir şeyi meşhur olduğu yerden pahalıya alırlar taş yerinde ağırdır derler, çalışkan insanları yuvarlanan taş yosun tutmaz diyerek yerinden ederler…
Ama benim taş benzetmesine dayanan en sevdiğim laf taş üstüne taş koymaktır…
Çünkü günümüze kadar insanlığın yarattığı tüm gerçek değerlerin, ancak taş üstüne taş koymakla olduğuna inanıyorum, ben.
Çünkü taş üstüne taş koymak, yuvarlak bir taşın ortasına delik açarak tekerleği bazen de buğdayı öğüten değirmen taşını keşfetmektir…
Oysa taşları üst üste koymak yerine, risk almadan ve vasatın konforundan vazgeçmeden, yan yana dizmeyi tercih ediyor taşları, çoğumuz…
Eee… sabır, bilgi, teknik ve denge işidir taşları devirmeden üst üste koymak…
Prof. Dr. Cengiz TÜRE Eskişehir Teknik Üniversitesi