Eylül ayını beklemeden sararmaya başlayan yapraklar, çoktan sonbahar şölenlerini yapmış ve bir bozkır ateşinin en nadide tabloda ahenge şiir yazdığı misal kaldırımlarda afili zarafetler sunmaya başlamışlardı. Zira ölüm, aşk gibi ışıltılı ve kubbeden süzülüp şadırvanın yanındaki havuza damlayan su tanesi gibi duruydu bazen.
Günler kısalmıştı belki ancak günler de yorulmuş ve istirahate çekilmek lazımdı, kim bilir. Şuur ihsan olunarak şerefli kılınan İnsan, her dem öğrencisiydi tabiatın. Tabiatla öğreten bir Yüce Öğreten vardı zaar.
Günlerden bir gün sabaha nasıl uyandığını hatırlamayacak kadar yaşlı bir öğlen vaktinin ya da ezan okunsun diye cami avlusunda namaz vaktini bekleyen hikâyenin kadim lisanı… Sonbahar.
Edebiyatın “geldik, gayret ettik ve gidiyoruz” derce elleri titrerken sarı sayfalarda, birkaç şiir solmaya yüz tutan ufkunda kopan Kestane Karası Fırtınası… gel ve uyandır sonbaharı.
Tren yolculukları daha keyifli gelsin hem. Binince Eskişehir gar’ından, Sakarya’da yüksek hızını kenara koyup adeta süzülen trenden elini uzatsan deyecekmişsin gibi cama çöken ağaçlar selamlasın sarışın güzellikleriyle..
İş için de olsa yol düşünce Bursa’ya, Mezitler’de başımız dönsün o latafeti görünce ve biz nasıl fotoğraf çekeceğimizi bilemeden sadece izleyelim.
Hemen geçiverince Seyitgazi’yi başlasın Ege’nin muştusu ve Frig Vadisi yolunda bu güz musikisine daha bir alkış tutalım…
Ve niyet edelim görevini tamamlamış olmanın selametini yaşayan Ankara yolundaki tarlalar ile bir ilkbaharda türküler söylemeye…
Ve hem ki…
Kahve kokusunu daha net alalım, kitaplığımızın yanındaki boş kısma afişler asalım. Haller’den geçerken bir daha bir daha bir daha bakalım. Hızımızı alamayıp Odunpazarı’na tırmanalım. Çökelim bir sandalyeye ve bize ve kendimize ve sonbahara birer sade kahve ısmarlayalım. Uzaklardan bir güfte çalsın, köşeden çıkıp gelsin Yahya Kemal ve kulağımıza şiir fısıldasın, içerimizde bir öksüz meydanda biz miting yapalım:
…
Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri;
Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri.
Bir devri lanetiyle boğan şairin Sis\'i.
Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi.
Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha;
-Örtün! Müebbeden uyu! Ey şehr! -O beddua...
Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın;
Hala dağılmayan bu sisin arkasındasın.
Sıyrıl, beyaz karanlık içinden, parıl parıl
Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl.
Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın,
Hiçbir zaman kader bizi senden ayırmasın. (Siste Söyleniş)