Emine Girgin yazdı...

Şimdi her şeyi bir kenara bırakalım. Bugünkü konumuz “güven” olsun.

Güven, Güvenlik…

İnsanın içini ısıtan sıcacık iki kelime.

En çok kime güveniyorsunuz? En çok kim size bu güveniyle huzur veriyor? Birinin omzuna başını yaslamak nasıl bir his sizce? Hatta iyi ki varsın diyebilmek yürekten.

Nasıl sahiden?

20 li yaşlarda birçok kırıklıklar yaşıyorduk. Öyle ve ya böyle toparlıyorduk. Zannediyorduk ki 30 lu yaşlara gelince hiç kimse artık bizi hayal kırıklığına uğratamaz. Çünkü artık akıllandık. İnsanların düşüncelerini çözdük analiz ettik. Kırıla kırıla iyileşmeyi öğrendik. Hatta insanların gözüne bakınca onları anlatmak çok kolaylaşmıştı ya hani.. Tam bir hafta önce tam olarak da bu konudan dolayı gülmeye başladım.

Valla “delirdin mi Emine neye gülüyorsun?” da diyebilirsiniz. Gülüyorum artık her şeye. Çok kıymet verdiğim, sözünün eri olduğuna inandığım güvenmeyi seçtiğim birinin gözlerimin önünde bir yerde otururken yalan söyleyip ısrarla yalanı sürdürmesine ve bu yalanı yakalamamdan dolayı bir de suçlu olmama oturdum güldüm.

Ama insan bir yalanı yakaladığında şunu düşünüp hissediyordur mutlaka “neden buna ihtiyaç duydu?”

Yani ben fazla şeffafken sevdiklerime, onlar neden başka yollardan bir şeyleri anlatıyor? Bir kadınken çoğu zaman “ erkek gibi” tabiri vardır ya hani tam olarak bir “erkek gibi” dimdik durduğum her şeyde kaybettiysem bir şeyleri tamamen dürüstlüğümden kaybettim.

Yalan söyleyip insan kaybedeceğime, dürüstlüğümle veda etmeyi tercih etmişimdir.

Ama her neyse sırf buna değil tabi, yaşananlar film şeridi gibi gözümün önünden geçerken, hani o samimiyeti, sözlerindeki güveni dibine kadar hissettiğim bir insanın bu kadar şişirilmiş bir balondan ibaret olduğunu ve patladığını görünce dedim ki kendime “ Ah Emine! Demek ki hala insanları tam anlamıyla tanıyamamışsın. Erken güvenmişsin.”

Bu yüzden kendi hatalarıma oturup delirmişçesine kahkaha attım. İnsanlar yara aldıklarında ağlarlar. Belki de hüzünlenmem gereken bir noktada hayatımdan bir sarmaşık daha temizlendi diye avazım çıktığı kadar, gözlerim yaşarana kadar güldüm.

Kime neyin değerini vermiştim? İşte tüm meselem buydu. Değer vermek, güvenmek ve başını omzuna yaslamak. ”Emin olmak” nasıl muazzam güzel bir güven veren kelime değil mi?

Bunların olmadığını fark ettiğinde işte geliyor hayal kırıklığı…

Güven olmayınca ne iş oluyor, ne arkadaşlık yürüyor ne de ilişkiler.. Her şeyin temelinde güven yatıyor. Birlikte yola çıkacağın her kimse, olayınız her ne ise ilk olarak içgüdüsel güvenip güvenmediğimize bakmıyor muyuz?  Bir binanın temeli atılır gibi. Sağlamsa bina sağlam, sağlam değilse bina yıkılıyor.

Evet tam bir hafta önce bir bina yıkıldı ve ben o enkazın da altından sağlam kalktım. Hala yürüyorum hiç yara almamışçasına.

Çünkü hayat böyle sevgili dostlar. Kimileri güvenimizi tam kazanırken kimileri güven verip sizi yok etmenin peşine düşecekler. Ve siz her seferinde düşüp düşüp ayağa yeniden kalkacaksınız.

"Güvensiz kalplerimizi karaktersiz insanlara borçluyuz." Demiş Bukowski. Gore Vidal de demiş ki  "Aslında onu değil onun bizde yarattığı güven duygusunu severiz. Ve asıl içimizi acıtan, onun gidişi değil o güveninin yitişidir." , Paulo Coelho  ‘da “En güvendiğiniz ve değer verdiğiniz insanın yaşattığı hayal kırıklığını affetseniz bile asla unutamazsınız. Sevdiklerimizin verdiği yaralar kalıcıdır.” Diyerek makalemi noktalamış olsun.

Güvenmek iyiymiş, ama güvenmemek daha iyiymiş galiba…

Yine de manyakça gelebilir size ama ben yine de güvenmekten vazgeçmeyeceğim. Hiç kimseye güvenmeyerek de hayat geçmez.

Varsın kötü kalpli insanlar yine hayatımızda olsun. Sırtımızdan saplamaya devam etsinler. Bizi güveneceğimiz iyi insanlara hazırlayacaklarının farkında olmasınlar.

Dürüstlüğün ve samimiyetin daima kazanacağını biz bilelim yeter bana…

Varsa böyle enkazın altında kalanlar ben güveniyorum size.

Hadi kalkın ve yeniden başlayalım.